Yıl 2025. Parmaklarımızın ucunda yapay zekâ, elimizde tüm dünya... İletişim hiç bu kadar hızlı, bilgiye erişim hiç bu kadar kolay olmamıştı. Oysa bu teknolojik şölenin hemen ardında, temel insanlık dersinden defalarca kaldığımız bir gerçek yatıyor: Toplumsal vicdanımız kan kaybediyor. Kadın cinayetleri, çocuk istismarı, yaşam hakkı gasp edilen sokak hayvanları... Tüm bu çaresizlik sarmalı, bizi bir toplum olarak ağır ağır, derinden tüketiyor. her sabah gözümüzü açarken hissettiğimiz o ağır kaygı yükü. Bir alarm sesi gibi zihnimizde çalıyor: "Acaba bugün ülkede ne yaşanacak?" Bu sürekli diken üstünde olma hâli, ruh sağlığımızı kemiren bir yıpranma hâlidir.
Ekonomi, sadece cüzdanımızı değil, hayata tutunma gücümüzü de yoksullaştırıyor. Çalıştığımız, didindiğimiz hâlde, bugün alabildiğimiz bir ürünü yarın alamama korkusuyla yaşamak. Bizi tüketen, lüks arayışı değil; güvenli bir geleceği planlayamama çaresizliğidir.
İş hayatındaki o mecburi suskunluk, belki de en ağır darbe. Mobbinge maruz kalan, haksızlığa uğrayan bir bireyin, "Kira," "fatura" sesleri yüzünden itiraz etme hakkından vazgeçmesi. Zorunluluklar uğruna onurdan feragat etmek zorunda kalmak; bu, bireyin sadece ekonomik değil, ruhsal olarak da çürüdüğü anlamına gelir. ükenmişliğimizin en büyük faturası, masumiyetin aynası olan çocuklarımızın yüzüne yansıyor. Onlara adil, güvenli ve umut dolu bir gelecek sunamamanın ezikliği. Bir ülkenin gelişmişliği, ulaştığı dijital seviyeyle değil, en savunmasız vatandaşını ne kadar koruduğuyla ölçülür. Bu sınavda ne yazık ki geride kalıyoruz.
Yapay zekâ bize araçlar verebilir; ancak empatiyi, vicdanı ve adaleti kodlayamaz. O kodlar, sadece bizim içimizde, kalbimizde yazılı. TÜKENİYORUZ. Ve bu tükenişi durduracak tek güç, ne bir uygulama ne de bir çözüm; sadece yeniden hatırlayacağımız insanlığımızdır.