DR. KADİR ÇETİN

Tarih: 09.08.2025 08:34

SORUNUN ADINI DOĞRU KOYALIM

Facebook Twitter Linked-in

Sayın Bahçeli’nin Mecliste DEM Partililerin elini sıkması ile başlayan ve “Terörsüz Türkiye” ifadesi ile kamuoyuna sunulan süreç, TBMM’nde kurulan “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu” ile somutlaştı. Komisyonun çalışma usul ve esasları belirlendi. Bundan sonra İmralı, Kandil, Komisyon üçgeninde pazarlıklar sürdürülecek anlaşılan. 

Bugün itibariyle iki toplantı yapan Komisyonun ilk toplantısında, DEM temsilcisinin bebek katili için “Umut Hakkı”nın gündeme getirilmesi pazarlık bohçasının açıldığını göstermektedir.

Ben bu yazımda, Komisyonun çalışma yöntemi ve pazarlık konusu üzerinde durmayacağım. Ancak gerek muhalefet yetkililerinin gerekse iktidar mensuplarının “Terörsüz Türkiye” konusunda konuyu “Kürt Sorunu” olarak isimlendirmelerinin ne büyük bir yanlışlık olduğunun altını çizmek istiyorum. Konu “Kürt Sorunu” olarak gündeme getirilince, Sayın Kurtulmuş’un ifadesinin aksine “gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklenmiş” oluyor.

 “Kürt Sorunu” şeklinde konunun dile getirilmesi çok ama çok büyük bir yanlışlıktır. Ne yazık ki bu konu, siyasilerce ve basın yayın organlarına kurulu köşe yazarlarınca hâlâ bu coğrafya insanına emperyalistlerce dayatılan mantıkla ele alınıyor ve tartışılıyor. Yani baştan isim yanlış olunca, çözüm için getirilen ve getirilecek görüş ve öneriler de yanlış oluyor.

Vatandaşlarımız da; medya organlarında yazarlardan-çizerlerden ve siyasilerden bu yanlışı duya duya kanıksıyor ve İngiliz Lawrence’lerin, Binbaşı Noell’lerin bizim adımıza ismini koydukları ve başından sonuna bizim inisiyatifimiz ve aynı zamanda mecrası dışında ele alınarak tartışılmaya devam edildiğini ibretle izliyor.

Allah aşkına bu ülkede sosyologlar nerede? İlim insanları, toplum bilimciler, din adamları, toplumu bir bütün olarak görebilecek, konuyu insani değerler bağlamında gündeme getirecek aklı başında toplum önderleri, siyasiler nerede? 

Asırlardır birlikte yaşama iradesi ortaya koymuş, kurtuluş mücadelesi vermiş Anadolu insanının değerler bağlamında; doğruluk, dürüstlük, hak, hukuk, adalet, iyi insan, demokrasi, eşit vatandaşlık vb. değerlerin hakim olduğu erdemli yaşamanın iklimini oluşturmanın yol ve yönteminin dillendirilmesi gerekmez mi? 

Bu coğrafyada oynanan oyunların farkında olabilecek, tarihi doğru okuyan ve ondan ders çıkararak bu dersleri toplumla paylaşacak ilmî donanımı olan insanlar nerede? 

20.YY başında Osmanlıya karşı o günün emperyalist (İngiliz-Rus) devletlerince kışkırtılan Ermeni komitacılarının gerek Ermeni halkına gerekse Anadolu insanına yaşattığı acıların sızısı hala yüreklerimizdedir. Aynı şekilde İngilizlerin, Araplar adına Şerif Hüseyin’i Osmanlı aleyhine kışkırtmaları ve Osmanlı ordusunu arkadan vurması ve sonrası malum… 

Günümüze ve özellikle “Terörsüz Türkiye” sürecine ışık tutan bu tarihi gerçekleri dile getirecek konunun ehli olan insanlar TV programlarına niçin çıkartılmıyor? 

Diğer taraftan, gazete köşe yazarlarının yanında siyasi partiler, yıllardır dağda ABD-İngiliz-Mossad’ın desteği ile eşkıyalık yapmış, toplumu tanımayan, insan sevgisi nedir, aile nedir bilmeyen bir caniden ne bekliyor, hayret doğrusu? Bu bağlamda; çocuk sevgisi nedir, komşu nedir, komşu hakkı nedir, insan hakkı nedir, paylaşma nedir bilmeyen, bencilliğin girdabında kalmış, paylaşmanın hazzını yüreğinde duymamış ve hatta rakip gördükleri kişi ve grupları öldürerek sorunu çözeceğine inanmış bebek katilinin ağzına bakan muktedirlerin bu duruşunu anlayamıyorum. 

Kürt Halkı adına hareket eden zevat diyorum çünkü Türk Halkı Kürt Halkını, Kürt Halkı da Türk Halkını kendinden biliyor. Onun için karşılıklı kız alıp kız vermiş ve Anadolu’da Türkü, Kürdü, Çerkezi, Lazı, Boşnağı, Arnavudu hamur olmuşlar. Bu ayırım vatandaşın gündeminde yok ama birilerinin gündeme getirmesiyle vatandaşın da gündemindeymiş gibi sunuluyor.

Hatırlar mısınız bilmem? Ama çoğumuzun hafızalarında canlıdır sanırım, 90’lı yılların sonu ile 2000’li yılların başında bu ülkede laik ve anti laik tartışması vardı. Gündemin birinci konusu idi. Her Allah’ın günü laiklikle yatıp laiklikle kalkıyorduk. Ne oldu, ne bitti de şimdi kimsenin gündeminde değil laiklik. Bitti mi laiklik?

Yine bir zamanlar sağcı-solcu çatışması ile 5 BİN gencimizi toprağa verdiğimiz, bu rakamın 5-10 katı insanımızı da hastahane ve hapishaneye gönderdiğimiz kaybedilmiş yılları yaşadık yetmişli yıllarda. Şimdi buradan geriye dönüp baktığımızda o yılları yaşayanlar için acı birer hatıra olarak kaldı o heba edilen yıllar. Aslında bunların hepsi suni gündemler... Bu ülkenin insanını bir birine düşürmenin, birbirini öldürtmenin karanlık senaryoları ve oyunları… 

Diğer taraftan, hayatının hiçbir döneminde farklı bir düşünceye tahammül etmemiş, farklı bir damar gördüğünde “Diyarbakırlılar buna nasıl müsaade ederler?” “Diyarbakır gençlerinden de mi korkmuyorlar!”  gibi ifadeleri kullanan bir adamın kafasındaki çözüme odaklananlar bu ifadelerin ne anlama geldiğini bilemeyecek kadar cahil olamazlar. Bu ifadeleri doğru okuyacak, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin üniversiteleri, gazetecileri, elitleri, bu ülkenin geleceğinin birlikten, beraberlikten, kardeşlikten ve tam demokrasinin uygulanmasından geçtiğini görebilen aydınları nerede?

Bu mantık bağlamında, işi hep silah ve kaba kuvvetle çözeceğine inanmış, modası geçmiş Marksist-Leninist yöntemle iş tutan, demokrasiyi hiç ama hayatının hiçbir döneminde bir yol-yöntem olarak tanımamış ve kullanmamış olan insanın Anadolu insanına artı değer anlamında katacağı ne vardır? 

Aslında Türkiye’nin bugün karşı karşıya kaldığı problem bir “Kürt Sorunu” değil, yani Batının hastalıklı emperyal düşüncesinin icat ettiği bir ırk sorunu değil, bir “İnsanlık Sorunu”, bir “Demokrasi”, bir “Hukuk” sorunudur. 

Ülkemizin doğusunda yaşayan insanlar gerek coğrafyanın getirdiği koşullardan gerekse (Hiç gereği yokken 12 Eylül 1980 askeri yönetimin Kürtçe konuşulmasını yasaklaması vb.) dil konusundaki yasaklamalardan sıkıntı çekmişler ve çekmektedirler. Peki, ülkemizin batısındaki vatandaşlarımız benzer sıkıntıları yaşamıyor mu? Çorum’un, Çankırı’nın, Kastamonu’nun, Konya’nın, Sivas’ın kırsalında hayat doğudaki vatandaşlarımızın yaşantılarından farklı mı? 

Evet, maalesef oralarda da Anadolu insanı, insanca yaşama konforundan uzak olarak yokluklar, sıkıntılar çekmekte ve bunları öteden beri yaşaya gelmektedirler. Devletin oralara da öğretmen ve din görevlisinin dışında doğrudan götürdüğü dişe dokunur bir hizmeti olmamıştır. Buna ilave olarak devlet kapısında da işleri -bugün git yarın gel yaklaşımı ile- arzu edilen kalitede görülmemiştir. 

Uzun yıllar Anadolu coğrafyasının çilekeş insanları, Doğulusuyla Batılısıyla, şeflik döneminden kalma yönetim anlayışı ile tepeden bakan, kendinden bir parça olarak görmeyen vatandaşına yabancılaşmış görevliler tarafından itilip kakılmış ve küçümsenmişlerdir.

Yabancı güçler ve onun yerli işbirlikçileri, Anadolu coğrafyasındaki insanlara (doğusunda-batısında), yaşadıkları yerleri çok görerek, onlara şuursuz devlet yönetimi eliyle sıkıntı yaşatmanın yanında, bir de bu sıkıntılarını istismar ederek son 50 yıl içinde gençleri; sağcı-solcu, Alevi - Sünni, Kürt - Türk, laik - anti laik diye birbirine düşürmeyi de başarmışlardır. Maalesef bu yılların gerek beyin göçü gerekse ölen-öldüren yaşanmışlıklarımızın bize çok pahalıya mal olduğu bilinen bir gerçeğimizdir. 

Bugün Afganistanda, Irak’ta ve Suriye’de yaşananların sebebini, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı kime sorsanız (dışarıdan olayları daha objektif olarak görebildiği için); herkes bu ülkelerde yaşananların o ülkelerin iç dinamiklerinden kaynaklı olmadığını ve orada ülkeyi bölmek veya oradaki menfaatlerini sürdürebilmek için dış güçlerin bir oyun oynadığını söyleyecektir. 

Aynı şekilde, 90’lı yıllarda, Ruanda’da (Afrika) Hutular ve Tutsiler arasında yaşanan (uzun boylularla, kısa boylular) ve birbirine saldırtılarak 800 bin insanın öldürüldüğü soykırımın ardında da aynı anlayışın kirli ellerini gösterecek ve göreceklerdir. 

Yani sebep Batılı sömürgecilerin kendilerinden olmayan insanları insan yerine koymayan anlayışları, hak-hukuk tanımayışları ve J.Perkins’in “Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları” kitabında belirttiği üzere sömürü sistemlerini devam ettirme emelleri olduğunda hemfikir olacaklardır. 

Peki, konu Türkiye olunca bu durum farklı mıdır? Elbette hayır!

Konuyu “Kürt Sorunu” olarak ortaya koyanlar, aynı anlayış, aynı yöntem ve aynı sömürü düzeninin Orta Doğu’da devamını isteyen Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) arkasındaki güçlerin bilerek ya da bilmeyerek oyununa gelmektedirler. Bölgemizde yaşanan sorunlar tek başına ne Irak sorunu, ne Suriye ve ne de Kürt Sorunudur. Sorun, emperyal güçlerin insana ve hayata bakış sorunu. Dünyayı algılayış sorunu ve insanlık sorunudur.

BOP, BİP vb. kirli oyunların senaristleri şunu iyi bilmeliler ki, Türk’ü Kürt’ten, Kürt’ü Türk’ten ayırmaya muvaffak olamayacaklardır. Yüzyılların kardeşliği, et tırnak olmuş birlikteliği emperyalist güçlerin oyununu bozacaktır. 

Bu böyle biline…


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —