“Yoksulun sırtından doyan doyana /Bunu gören yürek nasıl dayana,
Yiğit muhtaç olmuş kuru soğana /Bilmem söylesem mi, söylemesem mi?” Mahzuni Şerif…
Rahmetli bu dizeleri yıllar önce söylemişti, çünkü susmak bazen suça ortak olmaktı. Bugün yaşasaydı, muhtemelen yine aynı ikilemi yaşardı: Söylese mi, söylemese mi? Ama bu memlekette artık susmanın bedeli, söylemenin bedelinden daha ağır.
Zam Var, Geçim Yok
Asgari ücrete yapılan % 27’lik artış, kürsülerde alkışlarla “iyileştirme” diye sunuluyor. TÜİK’in verisine göre bile Kasım sonu itibariyle yıllık enflasyon % 31.07 iken, Sayın Bakan rahat bir şekilde “Çalışanımızı enflasyona ezdirmedik” cümlesini kurabiliyor.
Kâğıt üzerinde her şey çok güzel. Ama mutfağa giren, pazara çıkan, kira kontratı imzalayan, kasada poşeti eline alıp fişe bakan herkes aynı gerçeği görüyor: Bu ücret, ayın ortasını zor görüyor.
Büyükşehirlerde 20 bin lirayı aşan kiralar artık “istisna” değil, hayatın ta kendisi. Asgari ücretli için barınma anayasal bir hak olmaktan çıkmış, neredeyse lükse dönüşmüş durumda. Ev kiralamak değil, hayal etmek bile cesaret istiyor.
Zam Kuyruğu Uzun, Müjdeler Ağır
Yeni zamlar kapıda. Hatta kapıyı çalmıyorlar; içeri girmiş, salona yerleşmiş durumdalar.
Kimlik kartı çıkartma, ehliyet, araç muayenesi, MT Vergisi, tapu harcı, pasaport… Elektrik, doğalgaz, su, ulaşım, ekmek… Zamlar domino taşı gibi; biri devrilmeden diğeri hazır bekliyor.
Gelir artışı tek hanelerde utangaç bir yürüyüş yaparken, giderler maraton koşucusu edasıyla rekor üstüne rekor kırıyor.
Tercih Meselesi
İnsan ister istemez soruyor: Bu nasıl bir yönetim anlayışı?
“Hz. Ömer adaleti” söylemiyle yola çıkan bir iktidarın bugün geldiği noktada neden hep vatandaşa düşen pay sabır oluyor, kemer sıkma ve şükür oluyor?
Burada artık iktidarın “küresel ekonomik kriz”, “dış güçler” gibi ezberlere sığınma şansı yok. Yük kimin sırtında, kim korunuyor, kim kollanıyor?
Cevap açık: Dar gelirli sıkılırken, böyyüklerin harcamaları kutsal bir alan gibi dokunulmaz.
Bir yanda asgari ücretli geçim derdiyle boğuşuyor, diğer yanda kamuda harcamaların ucu bucağı görünmüyor.
Tasarruf Vatandaşa, Konfor Devlete
2026 bütçesinde Cumhurbaşkanlığı’na ayrılan ödenek: 21 milyar 287 milyon TL.
Elbette ayrılır… Yılda 1 veya 2 gün kaldığı Bitlis-Ahlat’tan Muğla-Gökova’ya, Ankara’da Külliye ve Çankaya’dan İstanbul’da Huber, Vahdettin ve Dolmabahçe’ye uzanan tam yedi sarayın giderleri ucuz değil.
Bununla birlikte “Cumhurbaşkanlığında kaç uçak var?” sorusuna verilen cevap manidar: “Yeteri kadar.”
Daha önceki sayı sekiz uçak filosunun varlığı idi… Uçak filosu ile değil, (çünkü bu konuda açık ara öndeyiz) sadece kamuda kullanılan makam aracı bakımından, diğer ülkelerle bir karşılaştırma yapacak olursak, kamuda Türkiye olarak israfın büyüklüğü açıkça görülecektir…
Ülkeler olarak aşağıdaki "makam aracı" sayısı her şeyi anlatıyor, tabi ki anlayana…
Yani tasarruf denince akla ilk gelen yine vatandaş oluyor. Aynı hassasiyet nedense bir türlü kamuya uğramıyor. Niçin? İtibardan tasarruf olmaz çünkü…
Diğer taraftan, 2002-2025 yılları arasında faize ödenen para: 646 milyar Dolar. 2026 bütçesinde ise faiz için ayrılan kaynak: 2 trilyon 742 milyar TL.dir.
Yap-işlet-devret projeleri ise bizi aşıyor ve gelecek nesillerin omuzuna bırakılmış ağır faturalar olarak sürüyor…
Bütün bunların anlamı, üretime, eğitime, sağlığa gitmesi gereken kaynaklar; kamuda lüks ve israfa, garantili projelere, büyük sermayeye ve faize akıyor.
Zengin daha zengin, yoksul her yıl biraz daha yoksul.
Adalet Sadece Bir Söz Olunca
İktidar yıllarca “adalet” vurgusu yaptı. Oysa bugün gelinen noktada adalet krizi yaşanmaktadır. Çünkü adalet, sadece kürsüden söylenen bir kelime değildir. Yönetimin bir kavramı olan adalet, fedakârlığın adil paylaşılmasıdır. Yük hep aynı omuzdaysa orada adaletten söz edilemez ve düzenin de sürdürülebilirliği yoktur.
Ne yazık ki fedakârlık tek taraflı yürütülüyor.
Vatandaş: Sabır, kemer sıkma, susma modunda cebelleşirken, kamu harcamalarında, lüks ve israfa devam ediliyor.
Son Söz
Velhasılı kelam, vatandaş için tablo net: Zam var, geçim yok.
Bu düzen değişmedikçe asgari ücret sadece bir rakamdır; insan onuruna yaraşır bir yaşamın karşılığı değil.
Bu bir ideoloji meselesi değil, bir hayat meselesidir. Merkezde duran, aşırılıklardan uzak milyonlarca insan aynı soruyu soruyor: “Biz çalışıyoruz ama neden her yıl biraz daha fakirleşiyoruz?”
Cevap net: Çünkü bu sistemde ücret artışı vitrin, zamlar gerçek. Söylem var, geçim yok.
Bu asgari ücretle yıl bitmez.
Ve evet… Vatandaş için tablo hâlâ aynı: Zam var, geçim yok.