Bir yılı daha takvimlerden koparıp tarihin tozlu raflarına kaldırmaya hazırlanıyoruz. 2025’in şu son saatlerinde, her köşe başında, her evde aynı telaş var: Gelecek yıla dair beslenen o bitmek bilmeyen umut... Ancak bu sefer içimizde bir yerlerde, o umudun yanına yerleşmiş derin bir yorgunluk ve haklı bir sitem gizli.
Yıllardır her ocak başında dilimize doladığımız "huzur, sağlık ve barış" temennileri, ne yazık ki son yıllarda birer gelenekten öteye geçemedi. Çünkü biz ne kadar iyi dileklerde bulunursak bulunalım, gelen her sene bir öncekini mumla aratır hale geldi.
Sokağa çıktığımızda, çarşı pazarın nabzını tuttuğumuzda gördüğümüz manzara, o toz pembe tablodan çok uzak. Bugün ekonomik darboğaz sadece rakamlardan ibaret değil; bir babanın evladına karşı mahcubiyeti, bir gencin hayallerini bir bavula sığdırıp gitme mecburiyetidir. İşsizlik, artık sadece bir istatistik değil; emeğin ve alın terinin sahipsiz kalmasıdır.
Daha da acısı, toplumun vicdanında açılan derin yaralardır. Her geçen yıl azalacağına artan kadın cinayetleri, savunmasız can dostlarımıza, hayvanlara reva görülen şiddet ve her gün bir yenisi eklenen hak ihlalleri... Bizler 2026’ya girerken sadece rakamları değil, bu toplumsal utanç tablolarını da yanımızda taşıyoruz.
2026’dan beklentimiz artık büyük mucizeler değil; sadece güzelliklerin sıradanlaştığı bir iklimdir. Kadınların korkmadan yürüdüğü, çocukların yatağa aç girmediği, hayvanların can güvenliğinin sadece yasalara değil, vicdanlara emanet edildiği bir Türkiye hepimizin ortak borcudur.
Şunu bilmeliyiz ki; yeni bir yıl, sadece duvardaki takvimin değişmesiyle gelmez. Eğer bizler adaleti, merhameti ve dürüstlüğü hayatımızın merkezine koymazsak, 2026 da 2025’in bir kopyası olmaktan öteye gidemeyecektir.
Temennim odur ki; 2026 bizlere "keşke" dedirtmeyen, kaybettiklerimizi geri veren ve en önemlisi de insanlığımızı yeniden hatırlatan bir yıl olsun. Eskiyi aratmayan, yeniyi ise umutla kucaklatan bir sene dileğiyle...