Bolu-Kartalkaya’da çıkan otel yangınında hayatını
kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan
rahmet, kederli ailelerine başsağlığı,
yaralı kardeşlerimize
şifalar diliyorum.
Geçen hafta; 1997, 28 Şubat Süreci ve 2016, 15 Temmuz darbe girişimi sonucu ülke olarak yaşadığımız beyin göçüne ilişkin bilgileri paylaşmış ve Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı'nın (IAB) verilerine göre, beyin göçü nedeniyle son 10 yıl içinde Türkiye'nin kaybının 230 Milyar Dolar olduğuna dikkat çekmiştik. Bu çalışmamızda, Yönetimin ilkeleri ve beyin göçü kayıplarımıza ilişkin örneklerimizle devam edeceğiz.
C- Yönetimin Temel İlkeleri ve Beyin Göçünden İnsan Gücü Kayıplarımız
21. Yüzyılın ilk çeyreğini bitirmek üzere olduğumuz süreçte, Türkiye açısından beyin göçünün durumuna bakıldığında, ülkemizin kalkınmasında lokomotif görevi görecek nitelikli ve iyi eğitim gören gençleri, uygulanan yönetim anlayışı ile batı ülkelerine göndermiyor, adeta kovuyor ve kovalıyoruz.
Ülke yönetiminde, bir başka ifade ile kamu yönetiminde; yönetimin beş temel ilkesi olan adalet, ehliyet, istişare, emanet ve maslahat (toplum çıkarını önceleme) ilkeleri çalıştırılmıyor. Sonuçta kaybeden Türkiye oluyor… Yetişen parlak beyinleri gelişmiş batılı ülkelere kaptırıyoruz… Bugün başta ABD olmak üzere Batı ülkelerinde yüzlerce vatandaşımız bulundukları ülkelerin ekonomisine büyük katkılarda bulunuyor…
Örnek olması bakımından yurtdışındaki vatandaşlarımızın çalışmalarını ve isimlerini paylaşmak istiyorum.
1- Osman Kibar; SAMUMED şirketinin kurucusudur. Osman Kibar, üç Türk ortağı ile kurduğu bio teknoloji şirketi SAMUMED ile dünyanın konuştuğu bir vatandaşımızdır. İş dünyasının en çok okuduğu “Forbes Dergisi”ne kapak oldu ve kapakta “Bu adam yaşlanmayı geri çevirebilir mi?” ifadesine yer verdi. 16 milyar dolarlık değere ulaşan şirketin yatırımcıları arasında Ali Sabancı, Ergun Özen gibi isimler var… (Bir karşılaştırma yapmak için 2021 yılı THY’nin piyasa değeri 2,8 milyar dolar…)
2- Prof.Dr. Uğur Şahin ve eşi Dr. Özlem Türeci; Piyasa değeri 20 milyar Euro olan BioNTech şirketinin kurucu ortağıdır. Almanya’nın en zengin 100 kişisi arasında yer almaktadır.
Bu isimlere ilave, ABD’de Şirket Kuran Türklerden Bazıları
ABD’de bilgi teknolojileri konusunda yönetici olan vatandaşlarımızdan bazıları…
Batı ülkelerinde alanında isim yapmış bilim insanlarımızdan bazıları…
Prof.Dr. Kemal KARPAT, Muzaffer Sherif, Prof. Dr. Selçuk ŞİRİN Prof.Dr. Mehmet TONER, Prof.Dr. Feryal ÖZEL, Prof.Dr. Neva Çifçioğlu, Prof.Dr. Aydoğan Özcan, Prof.Dr. Ali ERDEMİR, Prof.Dr. Utkan DEMİRCİ, Prof.Dr. Murat GÜNEL, Prof.Dr. Mehmet ÖZ, Prof.Dr.Gökhan HOTAMIŞLIGİL, Prof.Dr. Turhan Nejat Veziroğlu vb. ilk etapta aklımıza gelen isimler…
Bugün de her 3 gençten 2’si yurtdışında yaşamak istiyor. Beyin göçü had safhada… Türkiye’de yukarıda belirttiğimiz yönetimin temel ilkelerinin uygulandığı çalışma ortamını bulamamış olan burada isimleri bulunan ve bulunmayan onlarca vatan evladının her birisinin Türkiye’den ayrılışının mutlaka bir hikayesi var. Bu hikayelerden birisini, Prof.Dr. Neva Çifçioğlu’nun hikayesini paylaşmak isterim.
Bir Beyin Göçü Hikayesi
Ankara Tıp Fakültesi’nde asistan iken “astım hastalığı” hakkındaki tezini, Bölüm başkanı olan hocası herkesin gözü önünde yırtıp çöpe atmış. Çifçioğlu’nun o çöpe atılan tezi, birkaç yıl sonra tıp dünyasının üç büyük bilimsel dergisinden birinde yayımlanmış. Çifçioğlu, Ankara’da doçentliğini alamadığı için Finlandiya’ya gitmiş ve orada Doçentlik unvanı alan ilk Türk olmuş.
Finlandiya’da bakteri çalışmaları yaparken Bilkent Üniversitesi Rektörlüğü, Genetik Bölümüne başvurarak “Gelin bunu birlikte yapalım, patenti Türkiye’ye ait olsun” önerisini yapmış. Gelen yazılı yanıtta “Siz galiba iş arıyorsunuz” deyip kabul etmemişler. Hacettepe Tıp Fakültesi de “Bu bizi aşar” demiş.
Hasrete dayanamayıp Türkiye’ye dönmüş ve Başkent Üniversitesi’nde çalışmaya başlamış. Kendisine mikrobiyoloji kliniğinde 9 ay boyunca dışkı tahlili yaptırmışlar. Sonunda Finlandiya’daki profesörü “Sen orada ziyan oluyorsun” diyerek isyan etmiş ve Türkiye’ye onu almaya gelmiş.
Neva Çifçioğlu’nun kendi ağzından dinleyelim…
”Bana yurt dışında Everest’in tepesine bayrak diken kadın gözüyle bakıyorlar, ama bugüne kadar hiçbir Türk yetkilisinden tebrik almadım. Sadece bir kişi, nasıl oldu bilmiyorum. “İskandinav Tıp Ödülü”nü kazandığım zaman, Ziraat Bankası eski Genel Müdürü bir tebrik kartı gönderdi, halâ saklarım.” diyor bu değerli Türk Bilim Kadını…
Türkiye’de siyasal ve sosyal alanlarda sorumluluk üstlenmiş yöneticilerin yurtdışında önemli başarılar elde etmiş insanımıza ilgisizliğine karşılık, Finlandiya’nın bu konuda vatandaşlarına karşı gösterdiği ilgiye bir örnek olması bakımından sözü burada değerli arkadaşım Eğitim Uzmanı Mustafa Karaşahin’e bırakıyorum.
“Oğlum, Türkiye’de lisans eğitimini tamamladıktan sonra lisansüstü eğitim için Finlandiya’da bir üniversiteden kabul aldı. Lisansüstü eğitimini orada tamamladı. Orada kaldığı süre zarfında Finlandiya vatandaşlığına da kabul edildi. 2019 yılında Türkiye’ye döndü ve bir devlet kurumunda işe başladı… İstisnasız her altı ayda bir Finlandiya’da yurtdışındaki vatandaşlarından sorumlu kuruluş oğluma bir mektup göndererek herhangi bir sıkıntısının olup olmadığını soruyor. Bunu Finlandiya vatandaşı olduğu için yapıyor anlaşılan… Bu da doğal olarak Finlandiya dışında yaşayan Finlandiya vatandaşlarının ülkelerine olan bağlılığını ve güvenini artırıyor…
Oğlum, zaman zaman bana, ‘Keşke ülkemiz de aynı şekilde böyle bir tavır gösterse ne iyi olur. Finlandiya’da 7 yıl kaldım, beni devlet adına Türkiye’den hiç arayıp soran olmadı. Ülkemi çok sevdiğim için buraya döndüm.
Finlandiya’da insanlar gerçekten mutlu ve hak ettiğinin dışında bir şeye sahip olamıyor. Yarış eşit şartlarda gerçekleşiyor.” diye de hatırlatmada bulunuyor.
Biz yurtdışına çıkmış insanımıza karşı son derece ilgisiziz ve halk tabiriyle “Saldım çayıra, Mevlam kayıra.” mantığı ile yaklaşıyoruz… Bu yaklaşım da doğal olarak yurtdışındaki insanımızın ülkemize olan ilgisini ve bağlılığını örseliyor…
(D- Beyin Göçü Konusunda Sonuç ve Öneriler-Haftaya)
İstanbul
13.04.2025