DR. KADİR ÇETİN

Tarih: 14.12.2024 10:14

SURİYE MASASINDA CEVAPLANDIRILACAK SORULAR VE TÜRKİYE’NİN SORUMLULUĞU…

Facebook Twitter Linked-in

Bilindiği üzere 2010 yılında Tunus’ta başlayan ve ardından Orta-Doğu ülkelerinde; halklarından kopmuş, temel insan haklarının çiğnendiği, hanedan yönetimlerinin vatandaşlarına karşı keyfi uygulamalarından mustarip toplumların haklı protesto gösterileri  “Arap Baharı” olarak adlandırılmıştı. 

Bu sivil halk gösterilerinin Suriye versiyonu Nisan 2011’de başlamış ve bir anda ülke geneline yayılmıştı. Gösterilere devrik Esat hükümeti çok sert karşılık vermiş, 500 binin üzerinde Suriyelinin hayatını kaybetmesine ve 6-7 milyon Suriyelinin de sığınmacı olarak komşu ülkelere göç etmesine sebep olmuştu…

Bu noktaya gelişte, O.YİNON raporu üzerine Büyük Ortadoğu Projesi(BOP)’ni hazırlayıp 2004 yılında devreye koyan ABD’nin, onunla birlik olup “Eğit/Donat” formülü ile BOP’un eş başkanı olarak projenin uygulanmasına yardımcı olan Erdoğan Hükümetlerinin yaptığı yanlışlıkları sayıp dökmenin anlamı yok artık. Bütün bunlar sevapları ve günahları ile geride kaldı. 

ABD ile iş tutmanın yanlışlığını büyük bedeller ödeyerek bir kez daha tecrübe ettik Türkiye Cumhuriyeti olarak ve gerekli dersleri alarak önümüze bakmak zorundayız.

Gelinen noktada, yukarıda belirtilen insanlık dramının müsebbiplerinden biri olan Esat Rusya’ya kaçmak zorunda kalmış ve HTŞ (Hey’etu Tahrir eş Şam)’nin başını çektiği muhalefet, bileşenleri ile birlikte Şam’a girmiştir. 

HTŞ’nin Şam’a girmesini müteakip, Suriye Ordusunun dağılmasını da fırsat bilen İsrail, Başhan Oku (Tevrat Kavramı-Davut Koridoru) ismini verdikleri askeri harekatla Suriye’nin kara, deniz (gemileri) ve hava kuvvetlerine (uçak-helikopter) ait yüzlerce hedefi vurmuş ve Suriye’nin savunma sistemini çökertmiştir. 

İsrail aynı zamanda Gazze’nin iki-üç misli büyüklüğünde Suriye toprağını (Golan Tepeleri mevkiinde) da işgal etmiştir.

İsrail Filistin-Gazze ile birlikte gasp ettiği toprakları sindirmeye dursun, kurulacak Suriye masasına oturanlar tarafından aşağıdaki soruların enine boyuna cevaplandırılması gerekir diye düşünüyorum.

  1. Bugün Suriye’de kim, niçin ve kime hizmet ediyor?
  2. HTŞ ve bileşenleri şiddet potansiyelinden çıkabilecek mi?
  3. HTŞ ve bileşenleri milis güçlerden çıkıp devletleşme sürecine evirilebilecek mi?
  4. Suriye Demokratik Güçleri(SDG)’nin = (YPG-PYD-PKK) yöneticisi Mazlum KOBANİ’nin “Fırat nehrinin HTŞ ile aramızda sınır olması için uzlaştık.” ifadesi ne anlama geliyor?
  5. SDG’nin kontrol ettiği bölgede bulunan Suriye’nin yeraltı zenginlikleri (Petrol, Doğal gaz vb.) nasıl işletilecek?
  6. Suriye din, dil, etnik yapı stresini aşıp Suriye vatandaşlığı boyutunda bir uluslaşma sürecine evirilecek mi?
  7. Suriye’nin toprak bütünlüğü korunup hukukun hakim olduğu bir sistemin kuruluş süreci başlatılabilecek mi?
  8. Suriye vatandaşlığı sürecinde buluşulamaması durumunda Suriye’nin bölünmesi bölgesel ve küresel bağlamda hangi ülke/ülkelerin işine yarayacak?
  9. Suriye’nin topraklarını işgal eden İsrail derhal bu topraklardan çıkartılacak mı?
  10. Bu süreçte Suriye’den İsrail’e hiçbir saldırı olmamasına rağmen Suriye’nin savunma kapasitesini yok eden İsrail verdiği bu zararı tazmin edecek mi?
  11. Vb.

Bu ve benzeri soruların; açık, net ve Suriye vatandaşlarının menfaatlerinin korunacağı ve Türkiye’nin de zarar görmeyeceği şekilde cevaplandırılması gerekir. 

İsrail’in mütecaviz tavrı sonucu, savunma kapasitesi sıfırlanmış, ayrımcılığın zirvede olduğu Suriye’nin karşı karşıya kaldığı bu durumda, Türkiye'yi zor fakat şerefli bir görev beklemektedir. 

Hiçbir bedel ödemeden Suriye’de ağırlığını hissettiren ABD ile saldırgan İsrail’e karşı, her yönüyle büyük bedel ödemiş olan Türkiye masaya ağırlığını koymak durumundadır. Bunun yolunun da, Suriye'de bütün farklı din ve mezhepleri, farklı etnisiteleri Suriye Vatandaşlığında buluşturabilecek ve Suriye'nin toprak bütünlüğünü koruyacak bir akıldan ve kapsayıcı projenin uygulanmasından geçeceği bilinmelidir... 

Bu bağlamda, hazırlanacak anayasa ile insan hak ve hürriyetlerinin güvence altına alınacağı, hukuk devletinin alt yapısının kurulacağı bir anayasal sistemin güvencesi önemlidir. Bunun da yolunun, temelde kuvvetler ayrılığına bağlı yasama, yürütme ve bağımsız yargıdan geçtiği bilinmektedir.

Bugün yönetimde insanlığın akl-ı seliminin geldiği yer, İnsan Haklarına Dayalı Hukuk Devleti olma nosyonudur. Bu gerçekten hareketle kendi ülkemizi de bu noktaya taşımanın gayretinden milim sapmadan, Suriye’de kurulan yeni hükümete yardımcı olmak Türkiye'nin boynunun borcudur. 

Bu süreçte büyük bedel ödemiş olan Türkiye’nin, Suriye’de ağır, ancak tarihi sorumluluğu var ve bu konuda görevinin gereğini yapmak durumundadır. Türkiye Cumhuriyeti için bu zor fakat şerefli bir görevdir ve hem Suriye hem de Türkiye için bir beka meselesidir.

YİNON Raporunun ve BOP’un çöpe atılması için yukarıda geçen cümleyi tekrar etmek durumundayım. Suriye'de bütün farklı dil, din ve mezhepleri, farklı etnisiteleri Suriye Vatandaşlığında buluşturabilecek ve Suriye'nin toprak bütünlüğünü koruyacak bir üst akla ve kapsayıcı projeye ihtiyaç olduğu unutulmamalıdır.

 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —