Manastırlı Hafız Mehmed Bey, Abdülhamid tahta çıkınca, Onu Antalya Mutasarrıfı tayin ederek İstanbul’dan uzaklaştırdı. Sonra asla İstanbul’a dönmesine izin vermedi. Fakat rızıkla oynamamayı prensip edindiği için kendisine Antalya’nın 50 km kuzeyinde çok büyük Dağbucağı çiftliğini ihsan etti. O mevkie yakın zamana kadar “Hafız Bey” denmiştir. Hafız Bey ancak 1908 ‘de Meşrutiyet ilanında İstanbul’a dönebildi. Ve Sultan Hamid muhalifi sayıldığı için kendisine Samsun Mutasarrıflığı verildi. İşte Sultan Aziz vakası üzerindeki eserini ( Hakâyik’ül Beyan Fî Hakk-ı Cennetmekân Sultan Abdülaziz Han) bu sırada yazıp yayınladı. Dört oğlundan büyükleri Semih ve Mustafa İzzet Beyler , Antalya’da ilki 1920 den sonra , ikincisi babasının hayatında 5.10.1898’de 28 yaşında öldü. Üçüncü oğlu Burhaneddin Bey, Birinci Cihan Harbi’nde subay olarak şehid düştü. Küçük oğlu ise Mahmud Baler’dir. Hafız Mehmed bey bâlâ ( Orgenerale eşit Mülkiye rütbesi) rütbesinde idi. [1]
Abdülaziz Topkapı Sarağında otururken , babamın güzel ve gür sesle okuduğu ezan dikkatini çekmiş ve “kimdir bu güzel sesle ezan okuyan adam?” diye sormuş . Sonra da getirin bunu benim huzuruma diye emir vermiş.
O çok kuvvetli bir kol ve vücuda sahip olduğu ilk bakışta göze çarpan bir delikanlı imiş. Abdülaziz’in maiyetinde bulunan adamlarının hemen hemen hepsi kuvvet imtihanından geçmiş ve tuttuğunu koparır cinsten kuvvetli insanlar oldukları için babamın da sesinin güzelliğini duyarak ve bünyesinin gürbüzlüğünü görerek maiyetine almayı düşünmüş ve ; ilk olarak da bir kuvvet imtihanına tabi tutmak istemiş.
“Getirin Yayları” diye emir vermiş. Yaylar kolaylıkla kurulandan başlayarak gittikçe kurulması güçleşen muhtelif boylarda olan ıklar imiş. Bunların en güç kurulanı da “Tozkoparan Yayı” tabir edilen müthiş sert ve ağır bir yaymış. Bunu ancak çok kuvvetli insanlar kurabilirmiş. Çok kuvvetli ve esaslı bir pehlivan olduğu söylenen Abdülaziz de bu yayı kurarmış. Ve Padişah bu yayı kurduğu için “ Bu yayı sadece Padişahımız kurabilir” diye kurabilecek insanlar dahi katiyen huzurda kurmazlarmış .
Oradaki maiyet erkanı babamın bu yayı kurabileceğini hiç ummadıkları için “ Sakın huzurda bu yayı kurmayın” diye her hangi bir tembihte bulunmayı akılarından geçirmemişler.
Padişah “Haydi delikanlı, şu yayları kurmaya başla bakalım” diye emir verince , babam en kolay kurulanından başlayarak sırayı “Tozkoparan yayına kadar getirmiş” . Şimdi etrafı bir endişedir almış. “Bu delikanlı bu yayı da kuruverirse ne yaparız?” demeye kalmadan babam asıldığı gibi hiç güçlük çekmeden bu yayı da kurunca , Padişah “Kurdu, kurdu” diye yerinden fırlamış . O zaman babam bir hata ettiğini anlayarak yayı derhal kolaylıkla boşaltıvermiş.
Padişah “ Bu çocuk bizim şaşkınlığımızdan bir hata yaptığını anlayarak yayı boşalttı amma çok daha gücünü yaptı. Bu boşaltma kurulmasından çok daha güçtür” demiş. Ve :
“Bu delikanlıyı Enderun’a verin , orada tahsilini tamamlasın, sonra da Sarayda hizmetimize girsin” diye emir vermiş.
Babamı Enderun’a almışlar . Orada tahsilini tamamlamış ve saraya alınarak çalışmaya başlamış. Kısa bir müddet sonra mabeyinci olmuş Bir müddet sonra da Padişahın itimadını kazandığından Başmabeyinci olmuş. Ve Abdülaziz’in intiharına kadar da bu vazifesinde kalmış. “Tarihimizde yaptığı dürüst hizmetleri ile ismi geçmektedir.”
Abdülaziz’in intiharından sonra Abdülhamid Tahta geçince kurulan ilk Mecliste İstanbul mebusu seçilen babam , Meclisin feshedilip dağıtılmasından sonra Mutasarrıf olarak Antalya’ya gönderilmiş. Abdülhamid “ Kısa bir müddet sonra sizi tekrar İstanbul’a aldıracağım” diye ağzına sahte bir bal çalmış. Bu vazifeyle uzun zaman Antalya’da kalmaya mecbur olan babam,” Acaba unutulduk mu?” mealinde Abdülhamid’e çektiği bir telgrafa Padişah güya sinirlenerek “Kal orada” diye cevap vermiş.
Abdülhamid’in padişahlık devrinde istibdadın kahrına uğrayarak orada aldığı bir çiftliğin hududundan dışarı çıkmamak üzere tam 33 sene Antalya’da kalmış.
Şimdi o çiftlik Burdur ile Antalya arasında çubuk boğazı denilen bir mahalde babamın ismine izafeten “Hafız Paşa Konak Yeri” diye isimlendirilmiş olarak bulunmaktadır.
Biz bu yüzden üç kardeş olarak Antalya’da doğduk. Ağabeylerim idadi tahsillerini yapmak üzere mektep zamanlarından İzmir’e giderler sonra da tekrar Antalya’ya dönerlerdi. Ben de ilk tahsilimi İzmir’de kardeşlerimle beraber Dârulirfan denilen hususi bir mektepte yaptım.
Bir de bizlerden başka bir de küçük Kız kardeşim vardı. Daha sonraki yıllarımda ismi geçecek olan Tahir Karamürselli ile evlenmiş ve Tahir Bey’in vefatından sonra ikinci bir izdivaç yapmamıştır. Fevkalade çaldığı piyanosuyla baş başa kalarak kendisini teselli etmiştir.
Meşrutiyet İlan edilince , hepimiz Antalya’dan İstanbul’a gelebildik. Ve İstanbul’da babamın menfaya (sürgüne) gitmeden evvel Üsküdar’da yaptırdığı Köprülü Konak adıyla maruf ve bugün Birinci Sınıf Tarihi Eserlere kaydedilmiş olan evimize gelip konakladık. [2]
(Devam edecek)