23 Ekim günü Ankara’da savunma sanayimizin göz bebeği TUSAŞ’a yapılan PKK saldırısını lanetliyor, saldırıda hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet yaralı kardeşlerimize acil şifalar diliyorum…
Son günlerde yine “Kürt Sorunu” kavramı çok sık kullanılır oldu… İktidar ve muhalefet partileri adeta yarışıyorlar bu yanlış kavramı kullanmakta... Gerçekten hayret ve ibretle izliyorum siyasileri ekranlarda... Bu kadar mı insanın basireti, feraseti bağlanır... Bu nasıl aymazlıktır?
23 Aralık 2023’te “Kürt Sorunu Mu, İnsanlık Sorunu Mu?” başlığı ile yazmış olduğum aşağıdaki yazıyı günümüze uyarlayarak ve yukarıdaki başlıkla yeniden okurlarımla paylaşmak istedim.
“Kürt Sorunu” diye adlandırılan konu basın yayın organlarında hâlâ bu coğrafya insanına dayatılan mantıkla ele alınıyor ve tartışılıyor. Bu mantık ve yaklaşım geçen yüzyılın başında Osmanlı’nın, sonunda da Yugoslavya’nın dağılmasına sebep olmuştur.
Bakınız, Ana Muhalefet Partisinin Başkanı, Bahçeliye nispet ederek “El yükseltiyorum. Ben de Kürt’lere bir devlet teklif ediyorum…” Bir başka cümlesi, “26 milyon Kürt’ün sorunu olup olmadığına devlet karar veremez, Kürt'ler karar verir” diye cümle kuruyor. Burada da görüldüğü üzere, isim baştan yanlış konulunca, çözüm için getirilen görüş ve öneriler de yanlış oluyor. Tabiri caizse gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklenince düğmeler baştan sona yanlış gidiyor.
Vatandaşlarımız; iktidar ve muhalefet partilerinin sözcülerinden, basında köşelerine kurulu yazarlardan-çizerlerden, TV yorumcularından bu yanlışı duya duya kanıksıyor. Birilerinin bizim adımıza “Kürt Sorunu” diye adlandırdıkları ve ABD-CİA ve İsrail-MOSSAD’ın aparatı PKK’yı bizim Kürt Kardeşlerimizin temsilcisi gibi de takdim etmelerini ibretle ve hayretle izliyor.
Allah aşkına bu ülkede sosyologlar nerede? Toplum bilimciler, din adamları, toplumu değerler ve Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığı ekseninde bir bütün olarak görebilecek, bu coğrafyada oynanan oyunların farkında olabilecek, tarihi ve Orta-Doğuda olan bitenleri doğru okuyan ve ondan ders çıkararak bu dersleri toplumla paylaşacak ilmî donanımı olan insanlar nerede?
Niçin konunun ehli olan insanlar TV programlarına çıkartılmıyor?
Diğer taraftan Devlet Bahçeli’nin 40 bin insanımızın katili olan PKK’nın ele başısı, bebek katiline çağrıda bulunarak; Gazi Mecliste konuşma yapmasını ve örgütün silah bırakması çağrısında bulunmasını gündeme getirmesi de ayrı bir garabet.
Başta Sayın Bahçeli ve konuyu “Kürt Sorunu” diye dillendiren zevat; yıllardır dağda eşkıyalık yapmış, toplumsal hayatın temeli olan insan sevgisi nedir, aile nedir bilmeyen, hak-hukuk nedir, çocuk sevgisi nedir, komşu nedir, komşu hakkı nedir, insan hakkı nedir, paylaşma nedir bilmeyen, bencilliğin girdabında kalmış, paylaşmanın hazzını yüreğinde duymamış ve hatta rakip gördükleri kişi ve grupları öldürerek sorunu çözeceğine inanmış bir caniden ne bekliyor, merak ediyorum.
Emperyalizme karşı omuz omuza Kurtuluş Savaşını veren ve Çanakkale şehitliğinde yan yana yatan Anadolu insanı, bugün de Türk Halkı Kürt Halkını, Kürt Halkı da Türk Halkını kendinden biliyor. Onun için karşılıklı kız alıp kız vermiş ve Anadolu’da Türk’ü, Kürt’ü, Çerkez’i, Laz’ı hamur olmuşlar. Bu ayırım vatandaşın gündeminde yok ama birilerinin gündeme getirmesiyle vatandaşın da gündemindeymiş gibi sunuluyor.
Hatırlar mısınız bilmem? Ama çoğumuzun hafızalarında canlıdır sanırım, 90’lı yılların sonu ile 2000’li yılların başında bu ülkede Batı Çalışma Grubunun körüklediği laik ve anti laik tartışması, başörtüsü meselesi vardı. Gündemin birinci konusu idi. Her Allah’ın günü laiklikle yatıp laiklikle kalkıyorduk. Ne oldu, ne bitti de şimdi kimsenin gündeminde değil bunlar.
Yine 1970-1980 yılları arasında üniversite gençliğinin sağ-sol kavgasında 5 bin gencimizi toprağa verdik, bir o kadarını hapishaneye tıktık. Yaralanıp hayata tutunamayan binlerce insanımız yine o yılların kamburu oldu insanımızın hayatında. Şimdi buradan geriye dönüp baktığımızda o yılları yaşayanlar için anlamsız kavgalar acı birer hatıra olarak kaldı o heba edilen, kaybedilen yıllar...
Yoğun olarak ülkemizin doğu ve güneydoğu bölgesinde yaşayan Kürt kardeşlerimiz; gerek coğrafyanın getirdiği koşullardan gerekse (Hiç gereği yokken 12 Eylül 1980 Askeri yönetimin Kürtçe konuşmayı yasaklaması vb.) dil konusundaki yanlış uygulamaların yanında, işsizlik, yolsuzluk, yoksulluk, hukuksuzluk vb. konularda sıkıntı çekmektedirler.
Peki, Çorum’un, Çankırı’nın, Kastamonu’nun, Konya’nın, Sivas’ın kırsalında hayat doğudaki vatandaşlarımızın yaşantılarından farklı mı? Maalesef oralardaki vatandaşlarımız da işsizlik, yolsuzluk, yoksulluk, hukuksuzluk vb. konularda sıkıntı çekmektedir ve insanca yaşama konforundan çok çok uzaktır.
Aslında Türkiye’nin bugün karşı karşıya bırakıldığı sorun, İngiliz gizli servisi MI 6’in ajanlarından Binbaşı Noel’lerin icat ettiği “Kürt Sorunu” değil, emperyalist güçlerin oyunlarının yanında, ülkemizin insan hak ve hürriyetlerine dayalı Hukuk Devleti olamama sorunudur. Aynı zamanda demokrasinin kurum ve kuralları ile uygulanmamasının bir sonucudur yaşananlar…
Anadolu coğrafyasındaki insanımıza (doğusunda-batısında) yaşadıkları yerleri çok gören Siyonizm orijinli emperyal güçlerin ajanları ve onların yerli işbirlikçileri uygulanan yanlış politikaları istismar ederek son 50 yıl içinde insanımızı; sağcı-solcu, Alevi - Sünni, Kürt-Türk, laik-anti laik diye birbirine düşürmeyi de başarmışlardır. Maalesef bu yılların bize çok pahalıya mal olduğu herkes tarafından bilinen bir gerçektir.
Bugün, İsrail’de kotarılan, ABD ve Batı ülkelerinin desteğinde uygulanan Büyük Orta-Doğu Projesi (BOP) ile; Irak, Yemen, Libya, Sudan ve en son Suriye’nin parçalanmasında da aynı yöntem uygulanmıştır. Yani dış bağlantılı, etnisite-mezhep farklılığı bahane edilen bir oyun oynanmakta ve böl, parçala, yönet taktiği sergilenmektedir…
Soru basit: ABD ve Rusya niçin Suriye’de asker bulundurmaktadır? Suriye’ye bu emperyal güçler babalarının hayrına mı gelmişlerdir?
Aynı şekilde, 90’lı yıllarda, Belçika’nın sömürgesi Ruanda’da Hutular ve Tutsiler (uzun boylularla, kısa boylular) arasında yaşanan ve birbirine saldırtılarak 3 ay içinde 800 bin insanın öldürüldüğü soykırımın ardında da aynı emperyalist ülkelerin kirli ellerini görmekteyiz.
Yani sebep Batılı sömürgecilerin kendilerinden olmayan insanları insan yerine koymayan anlayışları, hak- hukuk tanımayışları ve sömürü düzenlerini devam ettirme emelleri olduğundan şüphe yok. Bu durum oltaya gelen ülkelerin yönetici ve vatandaşlarının sorumluluğunu elbette ortadan kaldırmaz…
Peki, konu Türkiye olunca bu durum farklı mıdır? Hayır! Aynı anlayış, aynı yöntem ve aynı sömürü düzeninin Orta Doğu’da devamını isteyen ve BOP ile uygulamaya konulan bir oyunun Türkiye versiyonu olduğu ayan beyan ortadadır. Yani sorunun adını doğru koyalım ve uygulanan sinsi-hain planın farkına varalım lütfen…
Sorun tek başına ne Irak sorunu, ne Suriye sorunu ve ne de Kürt Sorunudur. Sorun, Siyonizm’in maşası olan emperyal güçlerin insana ve hayata bakış sorunu ile birlikte, Türkiye özelinde insan hak ve hürriyetlerine dayalı demokratik hukuk devleti olamama sorunudur…
Sorunları insan hak ve hürriyetlerine dayalı hukuk devleti, değerler ve vatandaş ekseninden çıkarıp emperyalistlerin telkin ve tahriki ile etnik veya dini-mezhep temelli gündemlemek, Allah korusun Yugoslavya'nın sonunu getiren gidişi hatırlatıyor bana...
Yazımızı, Ahmet Cevdet Paşa’nın şu veciz ifadesi ile bitirelim;
“İlmi olmayanın feraseti,
Feraseti olmayanın siyaseti,
Siyaseti olmayanın riyaseti (yönetimi) olmaz!”
İstanbul
30.10.2024