İstanbul Erkek Lisesi’nde 11. sınıf öğrencilerinin, 9. sınıfta okuyan 7 öğrenciyi yatakhanede ağır şekilde darp etmesi, okullardaki akran zorbalığının ulaştığı tehlikeli seviyeyi bir kez daha gözler önüne serdi. Bu sadece münferit bir olay değil; toplumda biriken öfkenin okullara yansımış halidir.
Bu bağlamda dünyanın da benzer bir iklimden geçtiğini gösteren bir gelişmeden söz ediliyor. Oxford University Press(1), “Sosyal medyada ya da internet sitelerinde kullanıcıları sinirlendirmek veya kışkırtmak amacıyla kasıtlı olarak hazırlanan içerikleri tanımlayan “Rage bait”, Türkçesi; “Öfke Yemi” terimini 2025 yılının kelimesi ilan etti. Yani insanların öfkesini kışkırtmak üzere kurgulanan içerik ve söylemler artık küresel bir sorun olarak karşımızda.
Dijital dil sertleşiyor, iletişim kanalları kutuplaşıyor, insanlar öfkelerini birbirine yöneltmeye hiç olmadığı kadar hazır hale geliyor.
Türkiye de bu atmosferin dışında değil. Öfke, şiddet ve zorbalık, okullarda ve sokaklarda giderek yaygınlaşıyor. Bu durum, yalnızca disiplin sorunlarının artması anlamına gelmiyor; toplumun genel olarak gerilen ruh halinin çocuğun dünyasına aynen yansıdığını gösteriyor. Yetişkinlerin kirli üslubu, çocuklarda şiddet davranışı olarak geri dönüyor.
Kimin sesi daha çok çıkıyorsa, kimin yumruğu daha hızlı iniyorsa, o “haklı” sayılıyor!
Tanıdık değil mi?
Çünkü çocuk dediğimiz, aslında yetişkin dünyanın küçük bir maketidir.
Türkiye nereye gidiyor?
Bugün okuldaki zorbalıktan söz ederken aslında konuştuğumuz, Türkiye’de toplumun her yanına sirayet eden öfke, gerilim ve güvensizlik iklimidir. Şiddet öyle sıradanlaştı ki, bunun ülkenin geleceğini nasıl kemirdiğini konuşmak bile zorlaşıyor. Oysa gerçek çok açık: Toplum gerginleştiğinde, kurallar ve kurumlara güven zayıfladığında, şiddet bir “çözüm” gibi görünmeye başlar.
Ve bugün ne acıdır ki, trafikte korna çaldı diye, sokakta yan baktı diye insanlar katlediliyor benim ülkemde.
Son yıllarda sık sık kullanılan o ifade boşuna değil: “Şiddet sarmalı.” Çünkü şiddet bir kez meşrulaştı mı kendi kendini çoğaltan, normalleşen bir döngüye dönüşür.
Okullardaki zorbalık buzdağının görünen kısmıdır. Asıl mesele, toplumun giderek daha öfkeli, daha kırılgan, daha tahammülsüz hale gelen ruhudur.
Fransa’da ne olmuştu?
Türkiye’de yaşanan bu tablo ister istemez beni Fransa tarihine götürüyor. Verdun kahramanı Mareşal Pétain’in(2) II. Dünya Savaşı öncesindeki başbakanlık dönemi… Otoriteyi ve baskıyı merkeze alan “Önce düzen, sonra özgürlük” sloganı ile yola çıkan anlayış kısa sürede tüm ülkeye yayılan bir korku rejimine dönüşür. Yani Petain’in sorunlara çözüm yöntemi olan kaba saba, kültürsüz, görgüsüz, asabi ve baskıya dayanan yöntemi bütün bir Fransa’yı sarar. Tabi ki uygulanan bu yöntem özgürlüklerin sonu demektir..,
Zaman farklı, ülke farklı fakat tehlike evrensel: Korku büyüdükçe otorite sertleşir, sertleştikçe şiddet meşrulaşır. Ve bu yolun sonunda kimsenin kazancı olmaz.
Okuldaki zorbalık: toplumsal alarmın ilk sesi
Bugün okul bahçesinde yaşanan bir şiddet olayı, yarın toplumun en zayıf halkasına yönelen daha büyük bir tahakkümün provasıdır. Çünkü çocuklar, sorun çözme yöntemlerini evden ve sosyal çevreden öğrenir.
Bir çocuğun dünyasında:
- Eleştiriye sabır/tahammül yoksa,
- En ufak anlaşmazlık kavga ile çözülüyorsa,
- Zayıf olan alay edilecek bir hedef olarak görülüyorsa…
o çocuk kendi yaşam alanında otoritesini kurar. Bu bazen itme-kakma olur, bazen alay, bazen sosyal dışlama… Bazen de fiziksel şiddet olur. Okul ise toplumsal şiddetin küçük ama çok önemli prova alanıdır.
Uzmanlar yıllardır aynı noktaya dikkat çekiyor: Mesele olay olduktan sonra müdahale değil; önleyici, katmanlı ve sistematik bir yaklaşım geliştirmektir.
Çözüm önerileri
- Okul ikliminin güçlendirilmesi: Öğretmenlerin yalnız bırakılmadığı, rehberlik hizmetlerinin güçlendirildiği, zorbalığa karşı sıfır toleransın hâkim olduğu kapsayıcı bir okul kültürü oluşturulmalıdır.
- Aile eğitimi: Şiddet davranışının ilk kaynağı çoğu zaman evdir. Bu nedenle aile kurmayı planlayanlara zorunlu ve teşvik edici eğitim modelleri geliştirilmelidir.
- Dijital davranış eğitimi: Medyada ve sosyal platformlarda agresyonu tetikleyen dilin etkisine yönelik ciddi düzenlemeler ve eğitimler şarttır.
- Toplumsal dilin yumuşatılması: Siyasetçilerden medyaya kadar herkesin sorumluluğudur. Sözün tonu değişmeden toplumun yaraları iyileşmez. Şiddet, üslupta başlar.
Aksi takdirde bugün okul bahçesinde gördüğümüz o “küçük itişmeler”, yarının çok daha büyük toplumsal çatışmalarının işareti olabilir.
Sonuç
Türkiye’nin bugün ihtiyacı olan şey daha fazla sertlik, daha fazla gerginlik değil; toplumsal bağlarımızı güçlendirecek adalet, güven ve sağduyudur. Şiddeti meşrulaştırarak bu sarmaldan çıkılamaz, düzen sağlanmaz, sadece çürüme hızlanır.
Okul koridorlarından yükselen o zorbalık sesi aslında kırmızı bir alarmdır.
Duyanlar için hâlâ geç değil.
Duymayanlar için ise bedeli ağır olacaktır.
Kaynakça:
(2)https://www.sehriyar.info/?pnum=838&pt=Mare%C5%9Fal%20Henri%20Philippe%20P%C3%A9tain


