Seyyid Ahmed Arif Hikmet Bey, İsmail Raif Paşazade, devlet büyüklerinden İbrahim İsmet Bey’in[1] oğludur. 1786 yılı Muharreminde doğdu. Eğitim yolunda, Kudüs, Mısır ve Medine’de bulunduktan sonra 1826 da İstanbul Kadılığına tayin olundu ise de, mazeret beyan ederek kabul etmedi. 1829 da Nüfus yazımı göreviyle Rumeli’ye gitti. Anadolu ve Rumeli Kazaskerliklerinden sonra “Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliye” azalığına tayin olundu. 1840 da Tanzimat’ın usulüne uygun bir şekilde icra edilip edilmediğini teftiş için Rumeli’ye gönderildi. Dönüşünde “Dâr-ı Şûrâ-yı Askerî” azalığına tayin olundu. 1845 de Sultan Abdülmecid tarafından iltifat cümleleriyle Şeyhülislamlık Makamına getirildi. Yedi sene altı ay on dokuz gün o makamda bulunduktan sonra ayrıldı. Konağına çekilerek ilimle ve irfanla uğraştı. Medine’deki kütüphanesini kurdu. Medine-i Münevvere’ye hicret ile kalan ömrünü burada geçirmek niyetindeyken 16 Şaban 1275 (22 Mart 1859) da İstanbul’da vefat etti, Üsküdar Nuh Kuyusu’nda Kartalbaba Tekkesi (bugün Kartalbaba Camii) karşısında bulunan hazîreye defnedildi.[2]
Divan-ı Eş’ar, Tezkire-i Şuara, Mecmua’tüt-Terâcim, Hülâsât’ül Makâlât, Keşf’uz-Zünûn Zeyli ve Esâmi-i Müellifîn adlı eserleri vardır.
Onun özelliklerini Ziya Molla Efendi şöyle nakleder:
“Hikmet Bey, zayıf, uzun boylu gayet mehîb (heybetli) idi. Kaşları uzun ve kılı çok olduğundan ekseriya parmaklarıyla kaldırırdı. Biir gün pederimle görüşürken berberinin vefat ettiğini, istediği gibi bir berber bulamadığını söylediğinden babam Yahya Efendi, ikametgâhı olan Kanlıca’da Kahveci Hurşid Ağa’yı tavsiye etmiş. Berber, beyin yanına götürülmüş. Bey, bunun tıraşından memnun olduğundan bir müddet sonra yine istemiş. Hurşid Ağa;
“Bey’in heybetinden dehşet içinde kaldım. Elim, ayağım titredi. Birkaç yüz kuruş için helecana uğrayıp da kendimi öldüremem” demiş, gitmemiş.
Zamanın “ârif-i kâmil”i olan Şeyhülislam Arif Hikmet Bey’in hanesinde 12 bin kitap vardır. Bunlardan üç bin[3] kadarını Medine’de inşa ettirdiği kütüphaneye göndermiş. Kalan kısmını da götürmek üzere hazırlık yaparken vefat etmiştir. Cevdet Paşa; “İslam Dünyasında yerine konmaz adamlardan biri”, “Üç dilde şiir yazmaya kadir ve özellikle Arap lisanı üzere söz söylemede mâhir ve çeşitli ilimlerde mahareti müsellem bir ekâbir, takva ve dine bağlılıkla maruf, engin gönüllü, namuslu güzel meziyetlere haiz bir zat idi. Osmanlı Ülkesinden başka, İran, Turan ve Hindistan’da şöhreti vardı.” “Asrımızın pek büyük adamlarından biri” idi diye tavsif ediyor.
Vak’anüvis Esad Efendi 1201 de doğduğundan bahsederken “iki yüz bir de değil, bin yılda bir gelen” der.
Kazasker Seyfeddin Efendi, Arif Hikmet Bey’in meclislerini şöyle anlatır:
“Arif Hikmet Bey’in Meclisi cennetten bir numune idi. Erbab-ı Kemal ekseri geceleri o mecliste toplanarak, pek mühim ilmi sohbetler ederlerdi. Katılımcılara gayet nefis çörekler ikram olunurdu.”
Vaktini daha çok ibadet ve kitap mütalaasıyla geçiren Arif Hikmet Beyefendi için, adaşı Kethüdazade Arif Efendi; “Beyimi severim, görüşmek için gideceğim ama namazdan görüşmeğe vakit yok ki” dermiş.
Tarihçi Cevdet Paşa’nın arkasında biraz da Arif Hikmet Bey ile kütüphanesi vardır. 1262 Şevvalinden sonra Şeyhülislamlığa gelen Arif Hikmet Beyle dostluk ve muhabbeti artar. Vefatına kadar dostlukları devam eder. Arif Hikmet’le Encümen-i Daniş’te ve daha sonra kurulan Meclis-i Maarif’te vazife yaparlar. Cevdet Paşa’nın Encümen-i Dâniş’çe kendisine havale olunan “Tarih” inin yazımı sırasında Efendi’nin dillere destan kütüphanesinden pek ziyade istifade etmiştir. Cevdet Paşa, Şeyhülislam Beyefendi’nin bu meseledeki himmetini şöyle ifade eder:
“Bu vazife bana tevdi edildiğinde ürktüm. Çünkü gerekli kaynaklara sahip değildim. Keyfiyeti Reşit Paşa’ya arz ettim. Beni Arif Hikmet Bey’e götürdü. Bey, kütüphanesinin anahtarını verip istediğim kitapları almamı, fakat aldığım kitaplara lüzum kalmayınca getirip yerine koymamı söyledi. Kütüphanede nefis kitapların her çeşidinden başka resmi ve özel yazılar da vardı”
Şeyhülislamlık Makamında bulunduğu esnada Cuma günleri evinden Süleymaniye Camiine giderken avlunun iki tarafına fukara dizilir, o camiden dönerken çuhadarlar torbalarla para dağıtırlarmış.
Tunuslu âlim, mutasavvıf ve devlet adamı olan İbrahim er-Riyâhî kendisini “ümmetin övünç kaynağı, şarkın âlemi” ve “ilmin kıblesi” olarak nitelendirir. [4]
ARİF HİKMET KÜTÜPHANESİ
Medine’de Mescid-i Nebevi’nin kıble tarafında Bâb-ı Cibrîle 25 m mesafededir. Kubbedeki kitabesinde H 1270 (1853-54) de yapılmaya başlandığı, 1272 de (1855-56) da tamamlandığı belirtilmiştir. Anadolu ve Rumeli’deki bazı arazi gelirlerinin kütüphaneye vakfedildiğini bildiren vakfiyesine göre kütüphanede bir Müdür, dört hafız-ı kütüb, mücellit, kapıcı, saka ve temizlikçi olmak üzere dokuz personel görev yapıyordu. Kuruluşundan başlayarak yakın zamana kadar kütüphaneye vakfedenin şartı olarak daima Türk müdürler tayin edilegelmişse de Ali Ulvi Kurucu’dan sonra durum değişmiştir. I. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı kuvvetleri Medine’den çekilirken kütüphanedeki kitaplar sandıklar içinde Şam’daki Selimiye Camii’nin yanındaki medreseye nakledilip burada muhafaza edilmiş. Ancak sonradan vakfiyeye uyularak tekrar Medine’deki kütüphaneye taşınmıştır. Ülkenin idaresi Osmanlılardan Suudilere geçince kütüphanenin idaresi de mütevelli heyetten alınarak 1957 yılında Hac ve Evkaf Bakanlığına bağlanmıştır. Kütüphanenin son mütevellinin heyetinde Ömer Nasuhi Bilmen’in bulunduğu bilinmektedir. [5]
Şeyhülislam Arif Hikmet Bey’in Medine-i Münevvere’de tesis ettiği kütüphanede çok değerli kitapları vardı. Ki bunun değerini takdir eden Medine Müdafii Fahreddin Türkkan Paşa, 14 Mayıs 1917 de bugün Topkapı Sarayı “Kutsal Emanetler” bölümünde sergilenen eşyayı bir bölük askerle liste halinde İstanbul’a göndermiş, 27 Mayıs 1917 da salimen İstanbul’a ulaşmıştı.
Ayrıca, Medine’de Sultan Mahmud ile Arif Hikmet Efendi ve diğer bazı kütüphanelerde bulunan değerli eserleri de İstanbul’a göndermişti.[6]
Yazma ve matbu eserlerin kuruluş sırasında 5404 kitaptan meydana geliyordu. Bunlardan İstanbul’a gönderilen eser adedi 66 dır. Bu 66 eser dışında maalesef 16 eser de kayıptır. Geri kalanının kütüphanede bulunduğu anlaşılmaktadır.[7]
Hilâfetin Osmanlılara geçtiği ve Osmanlı Padişahlarının (Hâdim’ül-Haremeyn-iş-Şerifeyn) yani Kâbe-i Mükerreme ve Ravza-i Mutahhara hâdimi ünvanını aldıkları tarihten (1517) beri, Mekke ve Medine’de mukaddes makamlara, Osmanlı Padişahları, Sultanları, Vezirleri gibi yeryüzündeki İslam Büyükleri tarafından hediye edilmiş ve pek çoğu ünlü İstanbul sanatkârları tarafından yapılmış elmaslarla, incilerle işlenmiş kılıçlar, şamdanlar, avizeler, buhurdanlar, rahleler, yelpazeler, tespihler, inci püsküllü zümrüt askılar, altından kandiller ve ayrıca büyük elmas ve yakut parçalardan başka el yazması pek kıymetli eski kitaplar vardı. Maddi değeri milyarlarca lira olan bu muazzam hazinenin o günkü şartlar altında kılına dokunulmadan Medine’den İstanbul’a gönderilmesi bir mesele idi. Fahreddin Paşa, bu konuda Cemal Paşa’ya çektiği 13 Mart 1917 tarihli şifrede şöyle der:
“Mânen ve maddeten pek kıymetli olan bu eşyanın naklini Şeyhulharemle müzakere ettim. Büyük elmas parçalarının, murassa şamdanların, avizelerin, kandillerin, askıların, yelpazelerin, tespihlerin ve bu gibi nefis eserlerle, Arif Hikmet Bey ve Muhammediye Medresesi[8] kütüphanelerindeki nadir eserlerin nakliyle yetinilerek, gümüş eşya ve matbaa baskısı eserlerin naklinden vaz geçilmesine karar verdim. Esya tarafımdan mühürlü sandıklar içinde gönderilecektir. Bu eşya ile birlikte Şeyhulharem ve onunla beraber –siyâhi- Muzaffer Ağa ve teslime memur emanetçi de gidecektir. Eşyanın hepsi birer birer ve tafsilatlı olarak tarih ve tasrih edilmek suretiyle kayd ve tespit ve birkaç nüsha defterleri tanzim edilmiştir.”
Fahreddin Paşa bu mübarek emanetleri, aldığı tedbirlerle, hiçbir zayiata uğratmadan sapasağlam İstanbul’a gönderebilmişti. [9]
Ahmed Cevdet Paşa’nın çok istifade ettiğini belirterek, başka hiçbir yerde bulunmayan nâdir kitaplardan meydana geldiğini söylediği İstanbul’daki kitapları ise, ölümünden sonra yeğeni Beykozlu İzzet Bey’e intikal etmiş, bunlardan bir kısmını İbnülemin Mahmud Kemal İnal satın almış ve kendi kitaplarıyla birlikte İstanbul Üniversitesi Kütüphanesine bağışlamıştır. [10]
1939 da Medine’ye ailesiyle göç etmiş Ali Ulvi Kurucu 1946 da Medine’de bazı memuriyetlerde bulunduktan sonra, Ravza-i Nebevi’nin duvarına bitişik “Mahmudiye” ve hemen karşısında bulunan “Şeyhülislam Arif Hikmet Bey” kütüphanelerine müdür olmuş ve 1985 yılında buradan emekliye ayrılmıştır. [11]
[1] Nakib’ül eşraf defterine kayıtlı olup Peygamber Efendimizin soyundandır. Mustafa Bilge TDVİA, 3. Cilt sh: 365
[2] TDVİA 3. Cilt sh: 365 ve Şeker, Şemsettin, Ders ile Sohbet Arasında, Zeytinburnu Bel. Yy İst-2013 sh:418-424
[3] Medine’deki kütüphanede toplam 5404 yazma ve matbu eser bulunuyordu. TDVİA 3. Cilt sh: 367
[4] Şeker, Şemsettin, Ders ile Sohbet Arasında, Zeytinburnu Bel. Yy İst-2013 sh:418-424
[5] TDVİA , 3. Cilt sh: 366-367
[6] Kıcıman, Nâci Kâşif, Medine Müdafaası , Sebil yy İst- 1971 sh : 33
[7] TDVİA 3. Cilt sh: 367
[8] Sultan Mahmud tarafından tesis edildiği için, “Mahmudiye” de denilmektedir.
[9] Kandemir, Feridun, Medine Müdafaası, Nehir yy. İst-1991 sh: 85-86
[10] TDVİA, 3. Cilt sh: 365
[11] Düzdağ, Ertuğrul, Üstad Ali Ulvi Kurucu, Hatıralar 1. Cilt 21. Baskı -2019 sh:19-20
İstanbul
22.12.2024