Berat kandili Şaban ayının 15 i olduğuna göre ondan iki hafta sonra Ramazan ayı başlayacak.
Ramazan ayında kalıba değil, kalbe ve dimağa rikkat ve incelik kazandırabilirsek, oruçtan beklenen daha doğrusu orucun hedeflediği kâmil insan yolunda ilerlemeye vesile olur. Çevremizdeki açları yoksulları görüp gözetmek, insan olmanın bir rüknüdür. Daha fazla merhamet, daha fazla kinden nefretten uzak olmak-affedici olmak, daha fazla şefkat ve daha fazla incelik ve zerafet olmalı…
Ahlak öncelikli bir hayat yaşamaktır asıl olan. Zira peygamberimiz: “Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim “ buyurmuşlardır.
Dikkat ediyorsunuzdur eminim, iki cihanda mutlu edecek prensipleri havi dinin müntesipleriyiz ama yüzleri gülmeyen, mutsuz bir topluluk hatta bir yığın halindeyiz.
Şeyh Şadi Şirazî muhtemelen 1200-1302 yılları arasında merhum ’un yaşadığı ömür 102 senedir. [1]Bunun 12 senesini çocukluk evresi olarak addederler. Kalan doksan seneyi de üç kısımda tahlil ederler.
İlk otuz yılını tahsiline sarf etmiş. İkinci otuz yılını gaza ve seyahate son otuz yılını da inziva ve ibadete ayırmıştır. [2]
O’nun Şark Klasiklerinden olan, “Bostan ve Gülistan” ında, uzun tahsil hayatı sonundaki seyahatini bitirip de memleketine döndüğünde, çocukluk arkadaşlarının birer iş güç ve mal mülk sahibi olduklarını görür. Tabir yerindeyse, köşeyi dönmüşlerdir. Kendi haline bakar, amiyane tabirle çulsuzdur. Fakat der ki;
“ Ben öyle bir ilim tahsil ettim ki; bu ilim, büyük bir gölgeye sahip ağaç gibi beni ve aileme bakacak, öldükten sonra da mezarımdan bitecek nebat gibi kıyamete kadar insanları aydınlatacaktır.” [3]
Bugün vefatının üzerinden 700 seneyi aşkın bir zaman geçmiş olduğu halde bu şahsiyetin eserleri ve şiirleri insanlığı aydınlatmaya devam ediyor.
İşte ondan bir beyit:
Yâdında mı sen doğduğun zaman ağlıyordun, gülerken âlem
Öyle bir hayat sür ki, olsun mevtin sana hande, âleme mâtem
(Hatırlar mısın sen dünyaya gelirken çığlık atıp ağlarken, herkes gülüyordu. (Oğlumuz, kızımız oldu diyerekten)…
Öyle bir hayat sür ki, öldüğünde sen gülümse, bu sefer âlem matem tutsun).[4]
Gerçekten iyi bir kişi öldüğünde, insanlar, “Çok iyi bir insanı kaybettik diye dizleri döğer ve matem tutarlar”… Sen de öyle yaşa, demek istiyor.
İyi bir insanı da peygamberimiz “ İnsanların hayırlısı, insanlara faydalı olandır” buyurarak tarif eder. Topluma faydalı olmak iyi insan olmanın bir göstergesidir.
Bunun zıttı bir hayat yaşayanlar için de bir nasihat vardı:
Ezme bîçâregânı zulmünle
İhtirâz eyle zîr u bâlâdan
Demesinler gidince ukbâya
Bir köpek eksik oldu dünyadan
(Ferit Kam)
(Çaresiz insanları zulmederek ezme, Aşağıdakilerden ve yukarıdakilerden (yerde ve gökte olanlardan- insanlardan ve meleklerden) sakın. Ölünce arkandan demesinler; bir köpek eksik oldu dünyadan…)
Herkes öldükten sonra rahmetle anılmak ister. Çünkü bu dünya gelip geçicidir. Âdem babadan günümüze kadar gelmiş nice insanlar vardır. Biz bunların kimini rahmetle, kimini de lanetle anarız.
Burada Mehmet Akif Ersoy merhumun, bir resminin arkasına yazdığı şu dörtlüğünü yâd etmeden geçemeyeceğim:
“Toprakta gezen gölgeme toprak çekilince,
Günler şu heyûlayı da er geç silecektir.
Rahmetle anılmak ebediyet budur amma,
Sessiz yaşadım kim beni nerden bilecektir?"
Rahmetle anılmayı “ebediyet-sonsuzluk- ölümsüzlük” olarak addeder. Kendisi her insan gibi ebediyeti arzuladığını ve fakat sessiz yaşadığını söyleyerek, kim beni nerden bilecektir, dese de o rahmetle anılmaya devam etmektedir.
Öldükten sonra da anılmak. Âdem babamızdan günümüze kadar gelen insanoğlundan ne kadarı hatırlanmakta ve bilinmektedir!.. Kendisinde bir hüner olmayan bir adam, düşünmüş taşınmış ve demiş ki; ben öldükten sonra da anılmak isterim. Ne yapayım ki beni de kıyamete kadar insanlar ansınlar. Bakmış ki bir hüneri yok. Şeytan buna yol göstermiş ve bu adam gitmiş zemzem kuyusuna işemiş. Ziya Paşa onu anlatır:
Bevvâl-i çehi zemzemi lânetle anar halk,
Sen Kâbe gibi kendini hürmetle be-nâm et [5]
(Böyle adını lanetle anılacak şekilde, hareket etme, Kâbe nasıl hürmetle anılırsa senin de adını hürmetle ansınlar…)
1811-1822 yıllarında Sultan II. Mahmut ve Yeniçeriler üzerinde nüfuzu nedeniyle hile ve desisede zirve yapmış Hâlet Efendi memleketi adeta haraca bağlamıştı. Tek faydalı icraatı olarak Tepedelenli Ali Paşa belasından ülkeyi kurtarmış olmaktı. Ahmet Hamdi Tanpınar onun için, “Büyük bir entrikacı olan Hâlet Efendi, sarayı, ocağı ayrı ayrı idare etmesini çok iyi biliyor ve elinde tuttuğu bu iki kozla çok tehlikeli bir oyun oynuyordu. Memleketi adeta haraca kesmişti. Şahsen çok sevimli, cüretkâr, zarif ve aynı derecede zalimdi… Memleket hakkında realitenin verimlerine dayanan hiçbir bilgisi yoktu. O, nüfuz ve tahakküm arzusundan başka politika ile ciddi bir alakası olmadığı halde hayatlarını politikaya bağlayan insanlardandı.”
“Yunan isyanı esnasında tavsiye ettiği tedbirler devletin ne kadar liyakatsiz ellerde kaldığını gösterir. Hakikatte bu zeki ve epiküriyen[6] adam, devlet işlerinde birinci sınıf bir cahil ve avamperest bir entrikacı idi. Yeniçeri ocağının bir işe yaramadığına o da kani idi. Fakat onu hükümdarı elinde tutabilmek için bir silah olarak kullanıyordu. “İyi ama sonra aslanımı kim zapt eder” sözü sadece iki asırlık Osmanlı iç politikasını hülasa etmez. Bu Mevlevi dostu ve sırasına göre şair adamın gerek padişaha gerek ocağa nasıl bir gözle baktığını gösterir. Gençliğinde Fener Rumlarına intisap eden ve onların kâtipliğini yapan Hâlet Efendi, hemen hemen bu taifenin adamı olmuş gibiydi.” [7]
Uzun süreden beri hareketlerinden şüphe edilen Hâlet Efendi hasmı Mehmed Said (Hâlet Efendi) Galib Paşa’nın tesiriyle önce Bursa’ya, ardından Konya’ya sürüldü; kısa bir müddet sonra da padişahın emriyle koru-yı hümâyun ağası Ârif Ağa tarafından öldürüldü (Safer 1238 / Kasım 1822). Cesedi Konya’da defnedildi. İstanbul’a getirilen kesik başı önce Galata Mevlevîhânesi’ne, ardından bazı dedikodular sebebiyle Yahyâ Efendi Dergâhı hazîresine gömüldüyse de yıllar sonra tekrar eski yerine nakledildi. Bütün mallarına devletçe el konuldu.[8]
“Ne kendi eyledi râhat ne halka verdi huzûr
Yıkıldı gitti cihandan dayansın ehl-i kubûr”
beyti Hâlet Efendi için söylenmiştir.[9]
TEVAZU KİSVESİNE BÜRÜNMEK…
Tevazu kibirin zıddı, alçakgönüllülüktür. İnsanları hor ve hakir görmek çok çirkin bir şeydir. Kimin Allah katında sevgili olduğunu bilemezsin. O yüzden “Her geceyi kadir bil, her geleni Hızır bil” denmiştir. İnsan olmak hasebiyle herkes muhteremdir. Hangi ırk, dil, din ve meşrepten olursa olsun saygıya ve hürmete layık olduğu şuuru ile davranmak lazımdır. Çünkü:
“Âlem büyük bir insan/ İnsan küçük bir âlemdir”[10]
*
“Sen kendini küçük bir cisim sanırsın amma, en büyük âlem sende gizlidir.”[11]
*
“Âdemi bul, âdem ol, âlemde âdem gizlidir,
Etme tahkir âdemi, âdemde âlem gizlidir.”[12]
*
“Beş şeyi hor gören beş şeyde zarar eder;
“Ulemayı (âlimleri) hor gören, dininden/ Ümerâyı (Amirleri-Yöneticileri) hor gören dünyasından/ Komşusunu hor gören menfaatinden/ Akrabasını hor gören, sevgiden/ Ailesini hor gören huzurundan zarar eder.”[13]
*
“Üç şey üç şeyle güzelleştir:
Kibri tevazu ile Hırsı kanaatle, Hasedi, nasihatle”[14]
*
“Mazhar-ı feyz olamaz düşmeyecek hâke nebat/ Mütevazı olanı rahmet-i rahman büyütür.”
(Tohum toprağa düşmeden feyze kavuşamaz, (çimlenme olmaz). Mütevâzı olanı Kibirden uzak olanı, Rahman’ın rahmeti büyütür.)[15]
*
Akan sulardan sen ibret aldın mı
Yüzünü yerlere sürüyüp, gider. [16]
*
Şu da bir şairimizin hatırasından:
“20-21 yaşlarındaydım. Şair olarak bilindiğimden bir mecliste, doksanlık bir Hacı amcayı geçerek, başköşeye oturdum. Hacı Amca bir bana baktı ve bir kâğıt kalem istedi:
“Gözetme meclisin sabrın, ne ol-âli-neseptendir,
Oturmak pây-ı mecliste, hâya vü edeptendir.
Tasaddur eyledi tebbet, çıkıp mâfevk-i ihlâsa
Biri medh-i ilâhîdır, biri zemm-i Leheb’dendir.”[17]
( Meclisin başköşesinde oturmayı gözetme, O yüze soyluluk demek değildir.
Meclisin alt kısmında, arka tarafta oturmak, hayâ ve edepten gelir.
Başköşede oturmakta bir keramet olsaydı, Ebu Leheb’den bahsedilen sure, Allah’tan bahseden İhlas suresinin önüne geçemezdi.”
Efendim, güzel ahlak sahibi olmak, arzu ve dualarındayım. Hepinize saygı ve hürmetler sunarım.
[1] Doğum tarihi konusunda muhtelif tarihler verilmektedir…
[2] Şemseddin Sami, Kamus’el a’lâm’ından naklen, Şemseddin Şeker, Ders ile sohbet arasında sh: 79
[3] Şeyh Şadi Şirazi’nin eserlerinden hatırımda kaldığı üzere yazdım…
[4] Şair burada çok güzel iki tezatı, hayatın başlangıcında ve bitişinde yer değiştirmiş olarak verir. Gülmek ve ağlamak… Muhteşem bir sanat yapar.
[5] Ziya Paşa, Terci-i Bend Terkib-i Bend, Çıdam yyİst-1992 sh:127
[6] Zevk düşkünü, keyif adamı
[7] Tanpınar, XIX. Asır sh: 32-33- Şemsettin Şeker, Ders ile Sohbet Arasında sh: 177
[8] Abdülkadir Özcan, TDV İslam Ansiklopedisi Cilt 15 sh: 249-251
[9] TDV İslam Ansiklopedisi
[10] Farabi
[11] Hz. Ali
[12] Yozgatlı Said Fenni
[13] Münebbihat, beşli bâb- Hadisi Şerif meali
[14] Malik b. Dinar
[15] Breceste, Lâ Edrî
[16] Pir Sultan Abdal
[17] Breceste, Lâ Edrî