MEHMET CEYLAN

Tarih: 30.11.2020 14:46

NEREYE GİDİYORUZ?

Facebook Twitter Linked-in

Herkesin bir yönü, bir yolu, bir hedefi, bir hesabı var elbette!...

Ama soruyor muyuz kendimize hiç!....

Nereye gidiyoruz? Diye.

İşte asıl mesele bu…

Biz kimiz?

Biz nereden geldik?

Biz nereye gidiyoruz?

Öyle bir medeniyetin, öyle bir milletin bağrından çıkıp geliyoruz ki; dünyada eşi benzeri yok!...

Çağlar ötesine gittiğimiz zaman da aynı şeyleri görürüz.

Millet olarak biraz çağlar ötesinden başlayıp günümüze gelmek, gezinti yapmak istedim bu yazımda.

Bunları söylerken ırkçılıktan, kavmiyetçilikten söz etmiyorum. Yaratanın takdir ve nasip ettiği hikmetlerden bahsediyorum.

Öyle bir veciz milletin nesliyiz ki; tevhit inancından ayrılmasını bile hazmedemeyip kimliğini kaybeden bir milletten bahsediyoruz.

Kökü Hz. Nuh’un Oğlu Yafes’e dayanır. Yafes’in torunu Türkler, dünyaya en çok yayılan millet olma özelliğine sahiptir. Aynı zamanda dünyada en çok devlet kurmuş olan millet olma imtiyazını da ellerinde bulundurmaktadır!..

Türkler gelişme sürecinde boylara ayrılmalarına, her boy ayrı adla anılmalarına rağmen Türk kimliğini kaybetmeyen bir özelliğe sahiptir. Fakat önemli bir ayrıntı “Tevhit inancı” yani tek Allah inancından ayrılan boylar kimliklerini kaybetmişler bugün Türk kimliğiyle anılmamaktadır.

İslam’dan önceki çağlara gittiğimiz zaman Türk milleti her zaman hak ve adalet içinde olmuş mazlumun yanında, zalimin karşısında olmuştur. Hiçbir zaman sadece toprak ve dünya zenginlikleri için canlı katliamı yapmamıştır.

İslam sonrası kendi yaşadıkları kültür ve inanca İslam kültürü uygun olduğu için millet olarak topluca İslam’ı kabullenen, inanan bir millet olma şerefine ulaşmıştır. İslam’a hizmeti vatan sevgisini en üst seviyede yaşayan bir millet olarak tarihe geçmiştir.

Bir taraftan İslam üzere bir devlet yönetimi gösterirken dünyanın tüm özelliklerini taşıyan büyük bir mozaiği bünyesinde taşımış adaleti en iyi uygulamıştır, bu gün bile dünyanın güçleri bunun sırrını çözememiştir.

Türk Milleti; fethettiği ülkede ilk yaptığı işin zindanları boşaltmak, o ülke halkına “Dininizle, malınızla canınızla teminatım altındasınız, gidin evlerinizde nasıl yaşıyorsanız öyle yaşayın” diyen, fethettiği ülke halkı tarafından güllerle karşılanan devlet adamları yetiştiren bir millettir.

Türk milleti; keskin katliamlı savaşlar, işgaller yerine fetih düzenini benimsemiştir. Dünya zenginlikleri değil zulmü sonlandırmak için yayılmış, öncesinde de halk gönlünde fethi gerçekleştirmiştir. Fetih sonrası hiç kimseye baskı uygulayarak dinlerini değiştirme, mallarını alma gibi şer girişimlere baş vurmamış, tebaasına giren kim olduğuna bakılmadan can korkusu yaşatılmamıştır.

Padişahını vatandaş kisvesiyle mahkemeye çağırabilmiş, gayri müslim karşısında adaleti tam anlamıyla uygulayarak kendi padişahını mahkûm edebilmiştir.

Komşunun siftah etmemesi kendisini ilgilendirdiği için alıverişini yarım kesip müşterisini komşuya yönlendirecek kadar hak gözeten bir milletten bahsediyoruz.

Sadece devlette değil, halkına kadar hakkı, adaleti, insani ilişkilere duyarlı bilgili bir toplum olan Türk milletinden söz ediyoruz.

Hem dini, hem beşeri hem de mesleki eğitimi en iyi şekilde uygulayan bilgiye önem veren bir milletin torunlarıyız.

Daha yüz yıl öncesine kadar İngiliz borsasında “Dünya’nın en güvenilir tacirleri Türk tacirleridir” tabelasını astıran bir milletten bahsediyoruz.

İşte böyle bir milletin torunları, nesli ne olduğunu biliyor mu?

Nereden geldiğini, nereye gittiğini, nasıl yaşadığının farkına varabiliyor mu?

Var olma mücadelesi yerine emperyalizmin siyasi kuklası, kapitalizmin ekonomik mengenesi arasına sıkışmış, benlik duyguları kabarık, komşusundan bihaber, cemaat şuurundan yoksun hale gelme yolunda hayli mesafe kat eden bir toplum olması hızlanan bir tehlikeyle karşı karşıya olduğumuzu görelim.

Dini hayatını; giyim kuşam yaşam sınıfıyla farklı bir yere oturtmaya çalışan, çok bilmiş cahilane yönüne kimlik arayan bir toplum yapısının tehlikesiyle karşı karşıyayız!...

Dinin yaşama koşullarını ve İbadeti beş vakit namaz ve bir oruca indirgeyip, zekat ve haccı gösteriş olsun diye yapan, hayatın diğer alanlarında yok eden kandırmayı, aldatmayı, sahteciliği, rüşveti (sözde hediyeyi) hayatın meşru parçası haline getirilmesi tehlikesiyle karşı karşıyayız!...

Koltuk aşkıyla; birilerini memnun etme, birilerinin keyfi gelsin diye milli değerlerini yok eden, toplumu kutuplaştıran, adalet unsurlarını ortadan kaldıran, toplumu namerde muhtaç edecek duruma getiren, açlıkla terbiye eden, bilgiden mahrum ama çok bilmişliğiyle öğünen sürüler haline getirmeyi kendilerine vazife edinen yönetme tehlikesiyle karşı karşıyayız!...

Kimsenin kimseye selamı, saygısı, hak-hukuk tanımazlığı içinde yaşamaya çalışan bir toplum yapısının tehlikesini hissediyoruz.

Tüm bunların olmasına belki görülmesine karşın sorgulamayan, konuşmayan hatta savunmaya geçen bir toplum olduk. Benim adamım veya benim başkanım, cemaatim anlayışı ile dilsiz ve kör şeytan haline gelen bir toplum olmanın yolunda tehlike açıkça seziliyor.

Millet olarak dünümüzü ve bugünümüzü iyi irdeleyerek, düşünerek, sorgulayarak kendimize bu büyük soruyu sormamız gerekmektedir.

NEREYE GİDİYORUZ?..


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —