İnanç kimilerine göre tartışılamayan, kimilerine göre de çok yönlü, çok yaklaşımlı bir platformda değerlendirilmesi gereken bir boyuneğiş. Bizde ki karşılığı olan din ise bireysel ve toplumsal açıdan çok geniş bir çerçevede işlev gören, insanların iç dünyalarında ki uyum ve davranışlarının şeklini ve yönünü belirlemede ki denge sağlayıcı rolü itibariyle, bir çıkış yolu ve hayatı anlamlandırma misyonuna sahip güçlü bir gerçektir. Böyle olduğu içindir ki, her devirde düşünürlerin ve bilim adamlarının ilgilerinden payını hep almıştır.
Temelinde insan ve insan yaşantıları olan psikoloji alanında ise bilim adamları, psikoloji biliminin kurucusu kabul edilen Wundt’tan başlayarak bu konu üzerinde kafa yormuşlardır. Kimine göre din bir nevroz olarak görülürken, kimine göre ruhun vazgeçilmez gıdası gibi görülmüştür.
Erich Fromm ’a göre ise, “Bir topluluğun bireylerince paylaşılan ve o bireylere belli bir yöneliş, belli bir bağlanma amacı kazandıran her hangi bir düşünce ve eylem sistemi”ne din diyebiliriz. Fromm, bu sistemin Tanrılı veya Tanrısız olmasının da önemli olmadığını söyler.
Doğrulanamayacağı tartışma içermeyen veya doğrulanmamış, fakat doğrulanabilir önermelere iradi bir rızayla inanmayı içeren 19 din mevcuttur ve geneline göre, “insanın kendisi ve bütün kâinat üzerinde hakimiyetini kabul ettiği duyularüstü, yüce, kudret ve kuvvet sahibi bir varlık ve bu varlıkla insan arasındaki ilişkileri düzenleyen bir takım esaslarla ilgili inançların geneli, güvenmek, güvenilir olmak, emniyette olmak, inanmak kendi kendisiyle barışık olmak, içinde bir keder ya da sıkıntı hissetmeme mesajları içermesi dikkat çekmektedir.
Bu çıkarımlar sonucunda, dini inanç yahut iman tam bir tutum halini aldığında, kişiliği meydana getiren her şeyi kuşatabilen tek ruhî etken olması nedeniyle, dini inanç-dini davranış ilişkisindeki uyumsuzluklar, bireyin kendi bütünlüğü içindeki var oluşunun ifadesi ile kişilik ve benliğin temel bir unsuru olan özgüven duygusunu yok edebilir. Özgüven kaybı, kişilikte yol açacağı patolojik etkilerle, bu durumdaki kimselerin yaşamın diğer yönlerinde de olumlu tutum ve davranışlar ortaya koymalarını güçleştirir. Bundan ötürü, dinî inançlarla, bu inançların gerektirdiği dinî davranışlar arasındaki uyum problemi ve çatışmalar, insanların sadece dinî hayatlarıyla sınırlı kalmayıp, tüm yaşama etkinliklerini olumsuz etkileyecek derecede önemli bir gerginlik kaynağı ortaya çıkabilir.
Sonuç olarak, olumlu kişilik ve benlik gelişimine, daha sağlıklı bir ruh yapısına sahip olma ve kendini daha iyi gerçekleştirebilme açısından, dinî inanca sahip bireylerin, dinin subjektif ve objektif her iki yönünü de dengeli bir şekilde denemeleri önem arzetmekte, sahip olunan mantık çerçevesine tüm yönlerinin sığmayacağını da göz ardı etmemesi gerekmektedir.
İstanbul
21.11.2024