SENDE KİRLİ BENDE TEMİZ, SENDE SUÇLU BENDE SUÇSUZ: YENİ ADALET ANLAYIŞI VE SİYASİ ETİK ÇIKMAZI
Türkiye siyaseti, son dönemde özellikle yerel yönetimlerde yaşanan parti geçişleriyle yeni bir etik tartışmanın merkezine oturdu. Aydın Büyükşehir Belediye Başkanı Özlem Çerçioğlu'nun da aralarında bulunduğu bazı belediye başkanlarının, 24. kuruluş yıl dönümü törenlerinde AK Parti'ye katılması, bu tartışmayı alevlendiren son örneklerden biri oldu.
Her vatandaşın, Anayasa'nın güvence altına aldığı siyasi parti seçme ve partilerde görev yapma özgürlüğü şüphesiz en temel haklardandır. Ancak bu özgürlüğün, halkın oylarıyla belirli bir partiden seçilerek makam sahibi olmuş kişilerin, görev süreleri içinde başka bir partiye geçmesi durumunda nasıl yorumlanması gerektiği karmaşık bir sorudur. Bir belediye başkanı veya meclis üyesi, temsil ettiği partinin ideolojisi, vaatleri ve seçmen tabanıyla bütünleşerek seçilir. Bu durumda, parti değiştirmek, seçmenin iradesine karşı bir etik ihlal olarak görülebilir mi? Halkın güvenini suistimal etmek anlamına gelir mi? Bu sorular, siyasi ahlakın ve vefanın sadece kişisel bir erdem mi, yoksa siyasetin temel bir ilkesi mi olması gerektiği üzerine düşünmemizi gerektiriyor.
PARTİ GEÇİŞLERİNİN PERDE ARKASI: KORKU MU, FIRSATÇILIK MI?
Bu tür parti geçişlerinin sıklığı ve zamanlaması, kamuoyunda farklı yorumları da beraberinde getiriyor. Özellikle son dönemde Cumhuriyet Halk Partili (CHP) belediyelere yönelik artan operasyonlar ve yolsuzluk iddiaları gündemdeyken, bazı belediye başkanlarının ani bir kararla iktidar partisine katılması dikkat çekici bir tablo ortaya koyuyor.
Uzun süredir Aydın Büyükşehir Belediye Başkanı Özlem Çerçioğlu hakkında "operasyon" iddiaları bulunuyordu. Bu iddialar sürerken Çerçioğlu'nun AK Parti'ye geçiş yapması, kamuoyunda genellikle "korkudan" veya "kendilerini hukuki süreçlerden koruma" çabası olarak algılandı. Benzer şekilde, diğer parti değiştiren belediye başkanları için de "eski partilerinin yolsuzluklarını örtbas etmek" veya "soruşturmalardan kaçmak" gibi söylemler yaygınlaştı. Bu algı, siyasi arenadaki güveni sarsan ve "yeni bir adalet anlayışı" olarak nitelendirilen, "sende kirli bende temiz, sende suçlu bende suçsuz" gibi çarpık bir bakış açısının oluşmasına zemin hazırlıyor. Siyaset, bir noktada adalet ve hesap verebilirlik ilkelerinden uzaklaşırsa, halkın siyasete olan inancı ciddi şekilde zedelenir.
SİYASİ AKTÖRLERİN ÇELİŞKİLİ SÖYLEMLERİ
Bu geçişler, hem iktidar hem de muhalefet kanadında çelişkili ve ikiyüzlü söylemleri de gün yüzüne çıkarıyor:
AK Parti Kanadı: AK Parti, yeni katılan belediye başkanlarını genellikle büyük törenlerle ve övgülerle karşılar. Onların partiye katılmasını "halka hizmet" odaklı bir adım olarak sunar ve "doğru yolu buldukları" imajını çizer. Ancak burada akıllara takılan temel soru şudur: Eğer bu kişilerin hakkında yolsuzluk iddiaları veya soruşturmalar bulunuyorsa, AK Parti onları kabul ederek bu iddiaları görmezden mi gelmektedir? Eğer bu belediye başkanları kendi partilerinde kalsalardı ve haklarında operasyon yapılsaydı, AK Parti'nin söylemi ne olurdu? Muhtemelen "yolsuzluk yapanlar bedelini öder" minvalinde açıklamalar yapılırdı. Bu durum, siyasi çıkarlar uğruna ilkesel duruşlardan taviz verildiği izlenimini yaratmaktadır.
CHP Kanadı: CHP ise, partilerinden ayrılan belediye başkanlarını genellikle "hainlikle" suçlar. Genel Başkan Özgür Özel dahil olmak üzere birçok partili, bu geçişleri "yolsuzluklarını örtmek için korkudan parti değiştirdiler" şeklinde yorumlar. Bu eleştiri, elbette haklı bir temele dayanabilir. Ancak burada da CHP'ye yöneltilmesi gereken kritik sorular ortaya çıkar: Eğer belediye başkanlarınızın gerçekten yolsuzlukları veya hukuki endişeleri olduğuna dair şüpheleriniz vardıysa, zamanında neden gerekli tedbirleri almadınız? Bu kişileri aday gösterirken veya görevdeyken denetlerken ne kadar titiz davrandınız? Belediye başkanlarınıza gerçekten güvenmiyor muydunuz? Bu tür olaylar, muhalefetin de kendi iç denetim mekanizmalarını ve aday belirleme süreçlerini sorgulamasını gerektirir.
SİYASİ ETİK VE HESAP VEREBİLİRLİK PARADOKSU
Bu durum, Türk siyasetinde siyasi etik ve hesap verebilirlik konusunda ciddi bir paradoks yaratmaktadır. Siyasetin temel amacı, halkın refahını ve adaletini sağlamak olmalıyken, bu tür geçişler, siyasetin kişisel çıkarlar ve güç mücadeleleri üzerine kurulu olduğu izlenimini güçlendirmektedir.
Parti değiştiren bir belediye başkanı, aslında seçmeniyle arasında bir sözleşmeyi feshetmiş olur. Seçmen, oyunu verirken o partinin temsil ettiği değerlere, ideolojiye ve o adayın vaatlerine inanarak verir. Bu sözleşmenin tek taraflı feshedilmesi, demokrasiye olan güveni sarsar ve seçmenin siyasetten uzaklaşmasına neden olabilir. Bu bir demokrasi gaspı olur.
Eğer iddia edildiği gibi, hukuki süreçlerden kaçınmak amacıyla parti değiştiriliyorsa, bu durum aynı zamanda yargının bağımsızlığına ve adalet sistemine olan inancı da zedeler. "AK Parti'ye geçen temizlenir, CHP'de ve diğer partilerde kalan suçlu kalır" gibi bir algının yerleşmesi, hukukun üstünlüğü ilkesini ciddi şekilde tehlikeye atar.
SONUÇ: GÜVEN İNŞASI İÇİN ŞEFFAFLIK VE HESAP VEREBİLİRLİK ŞART
Türkiye siyasetinin, bu tür etik çıkmazlardan kurtulabilmesi için daha şeffaf, hesap verebilir ve ilkeli bir siyaset anlayışına ihtiyacı vardır.
- Partilerin Sorumluluğu: Siyasi partiler, aday belirleme süreçlerinde daha titiz olmalı, haklarında iddialar bulunan kişileri aday göstermekten kaçınmalı ve kendi iç denetim mekanizmalarını güçlendirmelidir.
- Seçmenin Rolü: Seçmenler de sadece partiye değil, adaylara ve onların geçmişlerine daha dikkatli bakmalı, sorgulayıcı bir tutum sergilemelidir.
- Hukukun Üstünlüğü: Yargı süreçlerinin siyasi baskılardan tamamen arındırılması ve herkes için eşit adalet ilkesinin tavizsiz uygulanması hayati önem taşır.
Aksi takdirde, "sende kirli bende temiz, sende suçlu bende suçsuz" algısı, siyasetin meşruiyetini zedelemeye devam edecek ve halkın siyasetten beklentilerini karşılamaktan uzaklaşacaktır. Türk siyaseti, güveni yeniden inşa etmek ve gerçek anlamda halka hizmet etmek için bu etik çıkmazı aşmak zorundadır.