1867 senesinde Avrupa seyahatine çıkan Sultan Abdülaziz 80 kişilik maiyetiyle beraber , Fransa, İngiltere, Belçika, Almanya, Avusturya Macaristan, Tuna üzerinden Rusçuk-Varna yoluyla Sultaniye yatı ile Pertevniyale ve Talia vapurları kafileyi Varna limanından İstanbul’a getirdiler. 21 Haziran Cuma günü başlayan seyahat 47 gün sürmüş ve 7 Ağustos 1867 Çarşamba günü sona ermişti.
Bu seyahate en yaşlı katılımcı İstanbul Şehremini (Belediye Başkanı) Hafız Ömer Faiz Efendiydi. Hariciye Nazırı Keçecizade Fuat Paşa , özellikle seyahate katılmasını istemiş ve seyahat notları almasını , rapor halinde vermesini istemişti. Ömer Faiz Efendi “Avrupa Ruznamesi” ( Avrupa günlüğü) nü dönüşte takdim etmişti.
Bu yazımda Hafız Ömer Faiz Efendinin Ruznamesinden bir bölüm takdim edeceğim :
“Paris’teki sergide her devletin pavyonunda geniş bir salon, neşredilen eserlerin, kitapların, mecmuaların , gazetelerin, albümlerin , duvarları dolduran ve afiş denilen büyük ilanâtınteşhirine hasredilmişti. Bundan mahrum olanlar, aralarında bizim olduğumuz ve daha doğrusu bizim temsil ettiğimiz Şark memleketleri idi. “
“Ben bu teşhiri, sergi için hazırlanmış zannetmiş, bu his ve ibret ile temaşa etmiş idim. Ne zaman ki Londra’da , dahasonra Viyana ve Peşte ’de aynı şeyleri, halkın yoğun olarak bulunduğu her yerde gördüm, o zaman ibretle uyandım ki ; Avrupa demek ilim ve okuma demektir. Herkes okuyacaktır. Okumasını yazmasını bilecek ve kendi seviyesine göre okumak istediğini bol ve ucuz bulacak, her okuduğundan yeni bir şeyler öğrenecek. Böylelikle milletçe yaşanılan zamanın insanları haline gelinecektir.”
“Bu adamların halklarına öğretecekleri şeyler olan kalem ve fikir erbabı ne kadar ne kadar da velut ( doğurgan, üretici) , çalışkan malumat sahibi oluyorlar… Bunu umum kütüphanelerde tanınmış fikir erbabına ayrılmış hususi galerilerde müşahede ettim. Bizde adam hayatını hasreder, bir-iki yazma kitabın sahibi olur. Bunu ya bastırır, ya bastırmaz. Yâ zat-ı şahaneye (Padişaha) , ya vükeladan servet sahibi bir zata ithaf eder, caizesini alır. Sonra öteki mahdut nüshalarını alır koltuğuna , konak ve yalı dolaşır, itibar ve iltifat arar. Burada ise matbaalar fabrikalar kadar geniş, büyük, içlerinde binlerce kişi çalışıyor. Basılan kitaplar, on bin, yüz binlerce… Bütün dünyaya yayılıyor. Çok ta ucuz… Yazarın itibarı da halkın eserine gösterdiği değerle ölçülüyor. Öyle kalem sahipleri var ki , dünyada İngiliz Başvekilinin ismini bilmeyen, onları kalbinde saygıya değer kişilerin başında muhafaza ediyormuş. Bu galerilerin şeref mahallinde ise, çoğu hayata gözlerini kapamış, meşhur fikir ve edebiyat üstatlarının büstleri var ; halka gülümsüyorlar gibi… Halk da her gün onların eserlerini alır okurken , bu heykellere bakıyor, hürmet ve minnetlerini gözleriyle arz ediyor... Hiçbir kudret sahibine alkış tutanlarda olmayan samimi, riyasız şükran bu…”
“Memleketimizde olmayanın ne olduğunu , asıl boşluğu bu velud ilim ve irfan nehrinin içinde daha derinden duydum emin olunuz ki ağladım… Yalnız kaldığım zaman göz yaşlarımı kederime sardım…” (1)
Avrupa’dan dönen Mehmet Akif, Avrupa ahvalinden soranlara dediği meşhur ifadesi ;
“Onların dinleri bizim işimiz gibi, onları işleri ise ; bizimdinimiz gibi?”
Bu söze hak vermemek mümkün müdür?
İslam’ın ilk emri “Oku” olduğunu biliriz de, pek okumayız. Neden acaba?
Bugün Türkiye’de okuyup-yazma oranı %98 lerle ifade ediliyor. Tarihimizde olmadığı kadar yüksek bir oranı yakalamışız. Takdir etmemek ne mümkün?
İlkokul çağımızda, Türkiye’mizin en büyük probleminin “Cehalet” olduğunu , şimdi “cehaletle savaşmalıyız” dendiğini biliyorum. Doğru olduğuna da inanıyorum.
Güzel bir dövizimiz de şöyleydi : “Bir okul açan, bin hapishane kapatır”
Okul açma seferberliği başladı. Nihayet günümüze gelindiğinde, 81 ilimizde üniversite açtık ve toplamdaÜniversite sayımız 200 ‘ü geçti. Hatırımda 207 rakamı var.
Medyadan öğrendiğimiz kadarıyla, 2002 den geçen yıl sonuna kadar, mevcut hapishaneler 95 yeni hapishane eklemişiz. 57 yeni hapishane de inşası devam ediyor…
Üstelik bu hapishanelerdeki tutuklu ve mahkumların önemli bir bölümü de, üniversite okumuş, hatta , yüksek lisans yapmış , akademisyen, dr. Doçent ve profesör var… 300 bine yakın tutuklu ve mahkumumuz var…
Sonuçta ilk mektepte bize öğretilen “Bir okul açan, bin hapishane kapatır” sözü doğrulanamadı. Hem okullaşmada hem de hapishanede at başı gitmişiz.
Söze Sultan Abdülaziz’in Avrupa seyahatiyle başlamıştık. Yine o seyahat ile bitireyim :
“Bu Avrupa gezisine az insanla çıkılmamış, bir gemi dolusu maiyet ile gidilmişti. Kebapçıbaşı , Pilavcıbaşı , mutfak katibi ve benzer kişiler grupta bulunmakta idi. Toulon’a varıldığı zaman ağalar rıhtıma çıkarlar ; padişahı rıhtımda karşılayacak olan kurulda Toulon Deniz Komutanının karısı da bulunuyormuş. Bizim saatli ve gümüş köstekli aşçılar dekoltemadamın etrafını çevirerek bıyık burmaya başlamışlar. Kadının sıkılmaya başladığını gören Fuat Paşa hemen rıhtıma atlayarak ağaları uzaklaştırdıktan sonra takdim ve görüşme sırasında madama :
-“Geçen sene kolera baskınına uğradınız. ( Bir sene evvel Güney Fransa’da kolera çıkmıştı) . Bu sene de Türklerin hücumuna uğruyorsunuz? “ demesi üzerine kadın :
-“Ekselans! Bu, onun yerini doldurur” karşılığını vermiş.
[1] (Cemal Kutay , Avrupa’da Sultan Aziz , İst. 1970 Sh 187-188 )
ibrahimyildirim_99@hotmail.com