Değerli okurlarım…
Çok üzgünüm çoook…
Musalladaki sabiler, TOPLUMSAL ÇÜRÜMÜŞLÜĞÜMÜZÜN göstergesidir.
Geçtiğimiz haftalarda; TV kanallarında ve Sosyal Medyada 8 yaşında öldürülen Narin’i, tacize uğrayan 2 yaşındaki Sıla Bebeği, mezarlıkta boğulan 6 yaşındaki Şirin’i, Yenidoğan ünitelerindeki cinayetlerden rant devşiren çeteyi, İzmir’de derme çatma evde ölen en küçüğü 1, en büyüğü 5 yaşındaki 5 çocuğun ve Antalya’da ölen 3 kardeşin haberlerini insanlığımızdan utanarak izledik.
Bu çocuklara uzanan kırılası eller, kararmış vicdanlar ve umursamaz yetkililerin varlığı lami cimi yok, toplumsal çürümüşlüğümüzün göstergesidir.
Bu ne acımasızlık, bu ne vicdansızlık… Hatırlayınca yine içim burkuldu birden ve o meşhur Aziz Nesin’in “Hayvanlar Mahkemesi” başlığını taşıyan hikayesi aklıma geldi.
Usta sanki bu vicdansız günümüz insanını görmüş, izlemiş de yazmış…
Köşemin sınırlılığını dikkate alarak masalı kısalttığım için Ustanın manevi huzurunda Ondan özür diliyor ve o masalı paylaşmak istiyorum okurlarımla…
“HAYVANLAR-MAHKEMESİ”
Sabaha bir saat kalmış. Neredeyse gün ışıyacak. Elimde kalem, önümde kağıt, gözlerim kapanıyor, başım göğsüme düşüyor. Bir duman içinde kalıyorum. Sonra kendimi bir ormanda buluyorum. Bir kaç geyik:
– İnsaaan, insaaaan…. Koşun kardeşler, burada bir insan var!.. diye bağırıyor. Ormanın içinden, her ağacın arkasından bir hayvan çıkıyor. Bir çift ayı üstüme yürüyor. Ana ayı,
– İşte, işte… diye bağırıyor, yavrularımı kurşunla vuran bu alçak!..
Bir koç, boynuzlamak için geriliyor. İri kazlar tıslayarak bana koşuyorlar. Arkama dönüp kaçıyorum. Ormanın içine dalıyorum. Bütün hayvanlar arkamdan koşuyorlar:
– Tutun… Yakalayın… İnsan kaçıyor, yakalayın…
Ama onlar benden hızlı koşuyorlar. Soluk soluğa yaşlı bir meşe ağacının dibine düşüyorum. Meşe dallarını bir kamçı gibi bana vurarak, arkamdan koşan hayvanlara bağırıyor.
– Koşun kardeşler koşun!.. İnsan denilen alçak işte burada. Koşun da şunun işini bitirin. Bu alçaktan ben de çok çektim. Baltayı eline alır, benim soyumu sopumu da keser. Gelin burada!..
Başıma üşüşen hayvanlar beni yakalıyorlar. İki kurt beni aralarına alıp, sürükleye sürükleye götürüyor. Öteki hayvanlar da arkamızdan bana hınçla bağırarak geliyorlar. Ormanın içinden bir meydana çıktık.
– Mahkeme kurulsun!.. diye bir ses yükseldi.
Beni getiren kurtlara,
– Beni yiyecek misiniz? diye sordum.
Kurtlar,
– Kanunda suçunun cezası neyse, o olacak!.. dedi.
– Ormanda kanun olur mu? diye sordum.
– Her yerin kendine göre kanunu var, dedi. Şimdi hayvanlar mahkemesi kurulup, cezan verilecek.
Alanın ortasına kütüklerden bir kürsü kurdular. Sanık yerini de yaptılar. Alan, bir mahkeme salonu oldu.
Kürsüdeki jüri başkanı kart bir öküzdü. Üyeler de, besili bir katır, gözlüklü bir fil, bir de uzun bıyıklı bir devekuşu. Savcı yerinde bir papağan vardı. Pireden deveye kadar bütün hayvanlar da dinleyici yerlerini doldurmuştu. Zabıt katipliklerini şişman bir inekle, bir bıldırcın yapıyordu. Mübaşirlik işini gören horoz ötmeye başladı:
– Adem Aleyhisselam oğlu insanoğlu insaaaan…
Sesimi çıkarmayınca,
– Adem Aleyhisselam oğlu konuşan hayvaaan!… diye bağıdı.
…………
– Yaz kızım, dedi,
….
…sonunda, kralımız aslan tarafından kendisinin orman kanunu çerçevesi içinde param parça edilerek yenilmesi emredildiğinden, suçu öteden beri bilinen sanığın parçalanma cezasına çarptırılmasını diliyorum.
Öküz, sağındaki katır, solundaki fille fısıldaştıktan sonra bana,
– Savcının iddianamesini dinledin. Bir diyeceğin var mı? diye sordu.
– Yüksek jüri makamını işgal eden sayın öküz, sayın fil, saygıdeğer katır ve sayın devekuşu da bilirler ki papağan ancak kendisine öğretilen sözleri ezberler, anlamadan tekrarlar. Bütün bu sözleri, sayın papağanın kralınız aslandan öğrenmiş olduğu muhakkaktır. Bundan ötürü…
Sözümü bitirmeden dinleyici hayvanlar,
– Şu aşşalık insanı daha söyletiyorsunuz. Bırakın parçalayalım, parçalayalım… diye bağırışmaya başladılar.
Jüri başkanı, ayağının nalını kürsüye vurarak gürültüyü durdurdu.
– Oybirliğiyle yargılamanın gizli yapılmasına karar verildi, dedi.
– Aman nasıl olur? diye bağırdım. Sesime kulak veren olmadı. Beni susturdular. Dinleyici hayvanlar dışarı çıkarıldı. Jüri başkanı,
– Tanık manda gelsin, dedi.
İçeri alınan tanık manda beni göstererek,
– Bu konuşan hayvan, dedi, katildir. Bütün çoluğumu çocuğumu kesip yediği gibi, soyumu sopumu da kesip, yemiştir. Kanıma kan, canıma can istiyorum.
Jüri başkanı,
– Söyleyecek sözün var mı? diye sordu.
– Kendimi savunabilmek için bir avukat tutacağım.
Avukat tutabilmem için oturuma on dakika ara verildi. İki kurt koluma girip, beni mahkeme alanından dışarı çıkardılar. Bütün hayvanlar benimle alay ediyorlardı. Üstümde uçan bir karga kafama uygunsuz işler yapıyordu. Bu onları daha çok güldürüyordu.
– Hayvan kardeşlerim, bana yardım edin, bir avukata ihtiyacım var, dedim.
Bir boğa yılanı,
– Savunmanı yaparım ama, ücret olarak da seni yutarım, dedi.
…….
Avukatlık ücreti olarak kimi bacağımı, kimi gövdemi yemek istiyordu.
Bir maymun geldi.
– Ben elbiselerinle yetinirim, dedi. Üstündeki bütün elbiseleri, donuna kadar çamaşırlarını verirsen, ben avukatlığını yaparım, dedi.
Çırılçıplak kalana kadar soyundum. Neyim varsa maymuna verdim. Maymun elbiselerimi giydi, kravatımı taktı.
– Bir de gözlükle, çanta olsaydı, seni daha iyi savunurdum, dedi.
Yeniden yargılanma alanına alındık. Avukatım maymun,
– Sayın jüri üyeleri, bütün tanıklar dinlendikten sonra biz savunmamızı yapacağız, dedi.
Başkan,
– Tanık eşeği çağırın! dedi.
İçeri giren eşek, şöyle konuştu:
– Bu, Adem Aleyhisselam oğlu konuşan hayvan, bir avuç saman karşılığında, bütün dünyanın yükünü sırtıma yükler, bana taşıttırır. Onun da, ömrünün sonuna kadar. Eşekleri taşıma cezasına çarptırılmasını isterim!..
Tanık olarak dinlenen at da şöyle dedi:
– Bu, özgür bir hayvanken, beni ahıra kapayıp ağzıma gem vuran, özgürlüğümü isteyince beni dizginleyen, bağımsızlığımı isteyince beni bir kazığa bağlayan, işte bu Adem Aleyhisselam oğlu konuşan hayvandır. Onun da ahıra kapatılıp, ağzına gem takılıp dizginlenmesini isterim!..
Tanık koyun şöyle konuştu:
– Ben yeryüzünün en sessiz, en suçsuz, en zavallı hayvanı olduğum için, boynuzumdan kemiğine, etimden gübreme, tüyümden sütüme kadar her neyim varsa alan, sırtımdan geçinen bu konuşan hayvanın da, ömrünün sonuna kadar sırtından geçinilmesini dilerim.
Fareler kapana kıstırdığımdan, köpekler kendilerini aşağıladığımdan, develer aç susuz bıraktığımdan şikayet ettiler. Bütün hayvanlar dinlendikten sonra söz sırası savunmamı yapacak olan maymuna geldi. Avukatım maymun, ayağa kalkıp öksürdü, sonra söze başladı.
– Pek sayın üyeler!.. Müvekkilim o kadar ağır suç işlemiş ve suçluluğu gerek tanıkların anlattıklarından, gerek kendi uğursuz suratından o kadar belli olmuştur ki, savunma için söyleyeceğim her söz gereksiz, yersiz kalmıştır. Ancak şu noktayı gözönünde tutmanızı rica ederim. Sanık önünde sonunda bir insandır. Bütün bu tanıkların anlattığı suçları işlemek, başkalarının sırtından geçinmek, öldürmek işkence etmek, boğmak, kesmek, hatta kendi buluşu silahlarla kendi kendini yok etmeye çalışmak, onun insanlığının kaçınılmaz bir sonucudur. Bir insandan, bunlardan başka daha ne beklenebilirdi? Tanrı onu insan yaratmakla, en büyük cezasını vermiş. Biz ona daha başka ne ceza versek, bunun yanında hiç kalır. Savunmamız bu kadardır. Adaletli yargınızı bekliyoruz.
Jüri üyeleri fısıldaştılar. Sonra başkan, yargıyı bildirdi:
– Sanığın suçları sabit görülmüş ve ömrünün sonuna kadar insan kalarak, insanlığın suçunu ve kendisinden şikayetçi bütün hayvanların ahını çekmesine oybirliğiyle karar verilmiştir.
Kan ter içinde uyandım. Başımı dayadığım masadan kaldırdım. Yanıma bakındım. Sonra aynaya baktım. Evet, hayvanların ahı tutmuştu, ben bir insandım. Tıpkı koyun gibi, benim de sırtımdan geçiniyorlardı. Deve gibi yük taşıyor, eşek gibi her yapılana katlanıyordum. Bütün hayvanların ahı üzerimde toplanmıştı.
Evet, ben bir insandım, insan kalmaya da mahkumdum.
İstanbul
21.11.2024