Sultan Abdülaziz Döneminde, Osmanlı Ordusunda çok büyük bir düzenleme yapılmıştı. Gerek Kara ordusunda gerekse Donanmada büyük ilerlemeler kaydedilmişti. Hatta Osmanlı Donanmasının İngiltere’den sonra, dünyanın en güçlü donanması haline geldiği bilinmektedir. O dönemde Serasker Isparta Gelendost’tan bir Serasker işbaşındaydı; Hüseyin Avni Paşa.
Hüseyin Avni Paşa’nın, 30 Mayıs 1876 da bir darbe ile Sultan Abdülaziz’i hal’ etmesi nedeniyle genelde bu başarıları görülmedi. Bu kusuru güzel icraatlarını ne yazık ki gölgeledi. Paşa’nın bariz özellikleri kitaplar arasında belli satırlarda kaldı. Bu yazımızda Paşa’nın bu özelliklerinden bahsetmeye çalışacağız.
Osmanlı Devletinin 1853’deki Kırım Harbine kadar borcu yoktu. Abdülmecid dönemindeki borçları 30 milyon altın idi. Abdülaziz Döneminde bu on katına 300 milyon altına çıktı. Ekonomideki bu olumsuz gidişat ile Sadrazam Mahmud Nedim Paşa’nın Rus elçisi İgnatiyef’in adeta emrinde hareket etmesi nedeniyle Sadrazam “Nedimof” olarak anılmaya başladı. Artık her işin mercii Rus Sefarethanesi oldu. Valilik ve mutasarrıflık gibi büyük memuriyetler için sefir İgnatiyef’in tavassutuna müracaat edilir oldu. İgnatiyef Çar’a yazdığı bir mektubunda;
“Bugün Türkiye’yi öyle bir hale getirdim ki, Şevketmeabımın Rusya dâhilindeki nüfuzu burada dahi aynen cereyan etmektedir. Bu memleketin, padişahı, resmi daireleri, meselâ Bâb-ı Âli, Harbiye ve Maliye Nezaretleri, Vilayetler sefaretimizin emri altındadır. Ne tarafta ne olursa benim haberim vardır. Hatta Sultanın gecesini birlikte geçirdiği odalığı ile neden bahsettiğini ertesi günü haber alıyorum”[1]
PAŞA’NIN GÖREVDEN ALINMASINDA İGNATİYEF’İN ROLÜ
Devlet-i Aliye üzerinde bu kadar nüfuz kazanmış Rus Elçisi İgnatiyef, Hüseyin Avni Paşa’nın icraatlarından rahatsız olduğu bilinmekteydi. Arif Oruç’un, 1927 de yazdığı eserinde konu ile ilgili bölümleri arz edeyim:
“Serasker Hüseyin Avni Paşa üç seneden beri Osmanlı Ordusunu düzene sokmuştu. Yüz altmış bin kişilik Türk Ordusu yedi yüz doksan iki bin nefere çıkıyordu. Osmanlı Devletini mümkün olduğu kadar içerden yıkmaya çalışmak gerekiyordu. Prens Gorçakof İstanbul’daki elçisine bu talimatı vermişti.”[2]
“Hüseyin Avni Paşa çok değerli bir askerdi. Âli Paşa onu Seraskerliğe getirmekle sorunlu hallerde bulunan veremli Osmanlı Ordusunu canlandırmıştı. Hüseyin Avni Paşa dehşetli bir ordu hazırlamıştı. Bu adam makamında kalırsa muhakkak ki iki seneye varmaz Osmanlı Ordusu endişe edilecek kadar kuvvetlenirdi. Mahmud Nedim Paşa’yı Hüseyin Avni’ye karşı kışkırtmakta büyük çıkarı vardı. Elçi bu düşünceyle Sadrazamın beynini bulandırmıştı. ”[3]
….
“İgnatiyef can alacak noktaya basmıştı. Mahmud Nedim Paşa için bu kadar yeterliydi. Nasıl olmuştu da bunca zamandan beri bu olasılıkları düşünememişti. Tehlike gözünün önünde duruyordu. Hüseyin Avni Paşa gerçekten ordu içinde çok etkili biri olmuştu. Ümerâ, ileri gelenler hep kendi yanındakilerdendi. Dahası vardı; Avni Paşa çok mağrurdu. Sadrazam geldiğinde ayağa kalkmağa tenezzül bile etmiyordu. Bu da ayrı bir küstahlıktı. Zaman kaybetmeye gelmezdi. Âli Paşa’dan kurtulduğunu düşünerek sevinirken, asıl can düşmanını kestirememişti. Rus Elçisi gitmek için ayağa kalmıştı. Mahmud Nedim Paşa, İgnatiyef’i yalının dış kapısına kadar geçirmişti.” [4]
“Hüseyin Avni Paşa işe yaramayan ümerayı hep birer bahaneyle emekliliğe sevk etmişti. Yerlerine görgülü ve bilgili kişiler getirmişti. Girit’ten Seraskerlikle İstanbul’a getirildiği zaman, ordunun mevcudu 160.000 kişiden ibaretti. Bunun piyade kısmı da 120.000 nefere ulaşıyordu. Bundan başka derme çatma üç fırka asker vardı. Paşa bir sene içerisinde orduyu düzenlemişti. Askerlik hizmetini dört seneye indirmişti. Yaptığı teşkilatla şöyle böyle Osmanlı Ordusunu beş misli artırmıştı. İki yıl önce Abdülaziz’e 792.000 kişilik bir ordu hazırlamıştı. Bu az şey değildi.”[5]
“Seryaver Halil Paşa’nın Hüseyin Avni Paşa’ya oldukça yakınlığı vardı. Hüseyin Avni’nin askerlikte tam ihtisas sahibi olmasından ötürü Halil Paşa’nın hürmeti vardı. Eski serasker değme kumandanlara değişilemezdi. Sapına kadar asker oğlu askerdi.”[6]
Emekli Tuğgeneral İbrahim Halil SEDES Genel Kurmay Başkanlığınca 1935 da basılan eserinde şunları yazmaktadır:
“Hüseyin Avni Paşa Ispartalıdır. Mekteb-i Harbiye’nin ilk defa çıkardığı Erkân-ı Harb sınıfının birincisi idi. Azamet ve temkin ile şöhret bulmuş olup, tehdidini yerine getirmeye muktedir bir âmirdi. Ordu erkânı büyük bir saygı ile yanına girerler, hatta ferikler de müsaade etmedikçe ve yer göstermedikçe ayakta emir telakki ederlerdi. Hiddet ettiği nadiren görülmüştür. 1869 yılı teşkilatıyla pek liyakatli bir organizatör olduğunu göstermiştir. Osmanlı ordusu bu Rus savaşında; meydana koyduğu savaşçılık kabiliyetini ve kazandığı başarıların bir kısmını Hüseyin Avni Paşa’nın himmetiyle yapılan tensîkata ve yine onun gayretiyle satın alınan silâhlara borçludur.
Osmanlı Devletini ortadan kaldırmaya kast edegelmiş bulunan Çarlık, birçok siyasî karışıklıklar çıkartmakla beraber, Osmanlı ordusunda intizam bağlarını bozacak vasıtalara müracaattan da geri durmamıştı.
Yerini o vakit başka bir zatın dolduramayacağı bilinen ve aynı zamanda Rus politikası aleyhtarlığıyla tanınan Hüseyin Avni Paşa’nın katlinde Rus elçisi Gn. İgnatiyev’in önemli bir rol oynadığı kanaati vardır. Sultan Abdülaziz devrinde Rus elçisinin saraydaki kadınlar arasında da sıkı taraftarları bulunduğu muhakkaktır.
Hüseyin Avni Paşa’yı öldüren Çerkez Hasan, saraylılardan birinin yakını idi. İntikam almak gayretiyle bu adamın irtikâp eylediği cinayette kadınlar da teşvikçi idiler. Hüseyin Avni Paşa, hayatta ve seraskerlik makamında kalmış olsaydı savaşın neticeleri başka türlü tecelli edecekti; hadiselerin akış şekli araştırılınca bunu bir hakikat olarak kabul etmek gerekir. Dört defa seraskerlik makamına gelen Hüseyin Avni Paşa’nın, birinci defa bu vazifeyi üzerine aldığı zaman yaptığı ilk iş rütbelilerin tasfiyesi oldu. Abdülmecid devrinde devletin büyük memurlarının çocuklarının, genç yaşlarda yüksek rütbelerle Erkân-ı Harbiye dairesine memur edilmeleri hemen hemen âdet olmuştu. Hüseyin Avni Paşa bu gibilerin kayıtlarını ordudan kayıtsız ve şartsız sildirmiştir.
El-hâsıl Osmanlı Ordusunu yeniden silahlandıran ve buna tekrar bir düzen veren bu zât olmuştur.”[7]
DARBEYİ ORGANİZE ETTİ
Sadrazam Mahmud Nedim Paşa’nın Softalar İsyanıyla 12 Mayıs 1876’da görevden alınmasıyla, yerine Mütercim Mehmed Rüştü Paşa atanmış, Seraskerliğe de Hüseyin Avni Paşa getirtilmişti. 12 Mayıstan 30 Mayısa kadar geçen 18 günde, seri bir organize ile darbeyi planlayıp uygulamıştı. Kimsenin burnu bile kanamadan gerçekleşen bu darbenin bu kadar kısa sürede başarıya ulaşması ayrıca hayreti mucip idi. Abdülaziz hal’ edilmiş V. Murad padişah yapılmıştı.
Abdülaziz’in hal’ edilişinde Kara Halil Efendi’nin hazırlayıp da Şeyhülislam Hayrullah Efendinin imzaladığı fetvada Abdülaziz için “muhtel’üş-şuur” (Şuur bozukluğu) isnadı, geçerli değildi amma yeni Padişah V. Murad 10 gün sonra delilik alameti göstermeye başlamıştı. Hüseyin Avni Paşa üzüntüsünü şöyle ifade eder:
“Hanedan içinde en değerlisi bu idi. O da böyle oldu” demişti. [8]
31 Ağustos 1876 da bu sefer Sultan V. Murad “Cünûn-i Mutbîk” (sürekilik arzeden delilik) mesnediyle bir başka fetva ile hal’ edilerek tahtı II. Abdülhamid’e devreder. Sene Hicri 1293’tür. Padişahlığı 93 gün sürmüştür.
“Doksan üçte, doksan üç gün padişâh-ı mülk olup,
Göçtü mâytemgâhına Sultan Murâd-ı nâ-murâd”
15 Haziran 1876’da Çerkes Hasan’ın kurşunlarıyla şehit olan Paşa, yaşasaydı Doksan Üç Harbinin seyri farklı olur muydu?
Paşa’nın katli ile ilgili Çerkes Hasan olayını arz ediyorum:
Hüseyin Avni Paşa’nın Katli Çerkes Hasan Vak’ası
Neş’erek Hanım’ın vefatından dört gün sonra ve Sultan Abdülaziz’in vefatının 12. gününde bir takım harici meseleleri görüşmek üzere Bakanlar Kurulunun bazı üyeleri 15 Haziran 1876 Perşembe günü akşamı Midhat Paşa’nın Beyazıd civarında Soğanağa Mahallesi’ndeki konağında toplandı. Bu toplantıya vekillerin hepsi çağırılmadıklarından, Yalnız Sadrazam Mehmed Rüştü Paşa, Midhat Paşa, Serasker Hüseyin Avni Paşa, Tophane Müşiri Rıza Paşa, Bahriye Nazırı Kayserili Ahmed Paşa, Hariciye Nazırı Raşid Paşa ve âzalardan Şerif Hüseyin Paşa, Halet Paşa, Defter-i Hâkânî Nazırı Yusuf Paşa, Maarif Nazırı Cevdet Paşa, Sadaret Müsteşarı Said Efendi, Amedçi Mahmud Celaleddin Paşa ve Mektûb-i Sadr-ı Âli Memduh Bey bulunuyordu.
Abdülaziz’in hal’i ve arkasından ölümü, özellikle mensupları arasında büyük bir üzüntü meydana getirmişti. Bu meyanda Abdülaziz’in büyük oğlu Şehzade Yusuf İzzeddin Efendinin yaverliğini yaparken, hal’den sonra bu görevden alınarak altıncı orduya, yani Bağdad’a tayin edilen Çerkez Hasan Bey de üzülenler arasındaydı. Hasan Bey, Sultan Aziz’in üçüncü kadını Neş’erek Kadınefendi’nin yakını idi. Kafkasya’dan küçük olarak getirilmiş, tahsil görmüş, zabit çıkmış ve terfi ederek Kolağalık rütbesiyle Şehzade Yusuf İzzeddin Efendi’nin yaverliğine tayin edilmişti.
Çerkez Hasan Bey, yeni tayin edildiği Bağdad’daki altıncı orduya gitmek istemeyerek, epey yere başvurmuş ise de muvaffak olamamış ve hatta kendisini mutlak surette Bağdad’a göndermek isteyen Hüseyin Avni Paşa, Hasan Bey’i getirterek:
-“Bağdad’a gideceksin. Artık bir dayanacak yerin kaldı mı?” demiş, Bağdad’a gönderilmek üzere kendisini tevkif ettirmişti. Nihayet Hasan Bey Bağdad’a gideceğine dair söz vererek, hapisten çıkmaya muvaffak oldu.
Ertesi gün Bağdad’a gitmek üzere serbest bırakılan Hasan Bey, güya seraskere veda ile serkeşçe hareketlerinden dolayı özür dilemek üzere seraskerin Paşalimanı’ndaki yalısına gitmiş ise de, seraskerin o gece Midhat Paşa Konağı’ndaki vükelâ toplantısında bulunmak üzere oraya gittiğini öğrendiğinden derhal geri dönerek, Midhat Paşa Konağı’na gitmiş ve vükelanın toplantı halinde olduğunu öğrenmiştir.
“Ağaların aşağı katta kumar ve içki ile kendilerinden geçtikleri sırada, yaverlerden Çerkez Hasan Bey gelerek Serasker tarafından görevli olarak Bağdad’a gitmesi için emir verilip, hemen gitmesinin tenbih edildiğini, kendisinin çok kerre iltifatını gördüğünden teşekkür etmek istediğini ağalara söyler.
-“Vekiller toplantıdalar. Ricanızı iletemeyiz” cevabını alır.
-“Öyleyse, ayağına yarın yüz sürerim” diyerek Hasan Bey hizmetçilerin yanından ayrılır. Merdivende kimse olmadığını görünce birden yukarı fırlar. O sırada vekiller toplantıda idiler.
Meclis odasının kapısında ayak patırtıları aniden gök gürültüsü gibi patladı:
-“Davranmayınız. Davranma Serasker!” diye sağ elinde rovelver, solunda bir hançer sert bir ses ve kaplan gibi bir atılışla içeriye bir subay girdi. Üst üste iki el ateş etti. Rüya hikâyesi anlatırken, karakolun bahçesinde Avni Paşa eliyle dizine vurduğu gibi, birinci kurşun karnına isabet edince elini şiddetle kendi dizine vurdu. Bu gümbürtüden meclise bir şaşkınlık çöktü. Maliye Nazırı ayağa kalktı, O:
-“Ne oluyoruz” diyecek imiş. Kendini topladı sandalyesine oturdu. Ben de orada idim. Bulunduğum yer kapının yanında olduğundan Hasan Bey ikinci kurşunu sıkmak için ileriye atıldığında dışarıya savuştum. İkinci elden sonra Hasan Bey, Avni Paşa’ya saldırırken Bahriye Nazırı Kayserili Ahmed Paşa çevik bir hareketle caniyi kollarından tutmuş, Serasker aldığı yaradan can havliyle odanın dışındaki salona kadar gidip orada yere düşmüş. Kayserili, Hasan’ı tutmaya çalıştığı sırada, katil hançerinin ucunu Kayserili ’ye kulak kenarından dürterek pastırma doğrar gibi vurdukça akan kan Kayseriliyi halsiz düşürdüğünden, Hasan’ı güç bela salona doğru sürükleyip bırakmış. Hasan Avni Paşa’yı yerde serili görünce kaçırdığı avı tekrar bulan kurt gibi üzerine atılıp hançerle içini dışını bir birine katmış. Hariciye Nazırı Raşid Paşa oturduğumuz odada sandalyesinde kaza kurşunuyla ölmüş. Sanıyorum ki ona kasıt yoktu. Sadrazam Mehmed Rüştü Paşa, Hasan’ın Kayserili tarafından tutulduğu sırada, yandaki odaya sokulabilmiş. Mecâlis-i Âliye memurlarından Şerif Hüseyin Paşa ve Nafia Nazırı Halet Paşa Sadrazamla beraber bulunduklarından saklandıkları yerlerin kapısını kapatmışlarsa da sürgüsü olmadığı için, kapıya, iri yarı bir adam olan Halet Paşa’yı oturtmuşlar, kendileri de kapının kanatlarına olanca kuvvetleriyle dayanmışlar. Hasan, kapıya gelerek Sadrazam Mehmed Rüştü Paşa’ya:
-“Sen Milletin babasısın. Ayağını öpeceğim, kapıyı aç” deyince Rüşdü Paşa;
-“Oğlum Hasan Bey! Hiddetin üstündedir. Yarın görüşürüz. “ lakırdılarıyla ecel terleri dökmüş. Midhat Paşa hareme kaçmış. Rıza Paşa boğuşma esnasında bir odaya kapanmış. Cevdet ve Yusuf Paşalarla müsteşar ve amedçi, gizli küçük bir merdivenden aşağıya sofaya inmiş. Üst katta gürültüyü duyan Midhat Paşa’nın Mühtedi hizmetçisi Ahmed isimli biri yukarıya çıkarak Hasan’a bıçak saplamak istediğinden revolverle vurulmuş. Daha sonra yakındaki Hasan Paşa Karakolu’ndan asker getirtilerek Hasan yakalanmıştı. Süngü önünde merdivenden indirildiği sırada sadaret yaveri onun başına yumruk vurmaya kalkışınca Hasan:
-“Etme kardeşim” der. Öteki dinlemez. Bu da çizmesine saklamış olduğu bir başka rovelverle onu vurur. Bu yaver Binbaşı Şükrü Bey’dir. Arbede sırasında zaptiyelerden de ikisi ölür. “
Bu hengâme yarım saat sürdükten sonra o aralık Bâb-ı Vâlâyı Seraskeriye’ye ihbarla yeteri kadar zaptiye ve asker karakoldan da bir miktar zaptiye yetişmiş ve kapıyı kırıp içeriye girmiş olduklarından Çerkez Hasan yakayı kurtarmak üzere mumları söndürmeğe ve perdelere ateş vermeğe başlamış ise asker adı geçeni süngü ile ortaya alarak o aralık dahi rovölveriyle bir neferi dahi öldürmüş ve diğer bir neferi yaralamış ve canlı olarak derdest edilmesine emir verildiği için adı geçen arkasından tehlikesiz birkaç yara aldıktan sonra der-dest edilip seraskerlik binasına gönderilmiştir.”
Bu suretle vak’ada Çerkes Hasan 5 kişi öldürmüştür. Yaraladıklarının sayısı 2 ila 10 kişi arasında değişik rivayetler vardır.
Yarasına bakmak üzere kendisine cerrah gönderilmiş, cerrah da muayene etmek istemiş ise de, Çerkez Hasan;
-“ Beni ya asacaklar ve yahut kurşuna dizeceklerdir. Artık nafile. Yaralarıma baktırmak abestir” diye cerrahı reddetmiştir.
Çerkes Hasan, seraskerlik binasında, derhal Divan-ı Harb’de sorgulanmış, “Abdülaziz’in hal’inden dolayı Hüseyin Avni Paşa’ya kin beslediğini, bu fiili kendi kararıyla işlediğini, cinayeti işlemesinde kimsenin dahli olmadığını “ söylemiştir.
“İstikbal” gazetesi [5 Haziran 1876, numara 119] hâdiseyi yazdıktan sonra “İstanbul” gazetesinin çıkardığı ilâveyi mevzubahs ediyor ve şunları yazıyor:
“Dün İstanbul gazetesi çıkardığı ilâvesinin bir yerinde en tuhafı şurasıdır ki, merkum Çerkeş Hasan yakayı ele verdiği vakit “şu biçare zabtiyeyi öldürdüğüme ve hususiyle Midhat Paşa’yı öldüremediğime teessüf ederim” demiştir.”
“Çerkes Hasan’ın rütbeleri sökülerek, idamına karar verilmiş olup, 17 Haziran 1876 günü sabaha karşı Beyazıt Meydanı’nda asılmıştır.
Çerkez Hasan Kimdir?
Bazı tarihçiler Çerkez Hasan’ın Sultan Abdülaziz’in Üçüncü Kadınefendisi Neş’erek Hanım’ın kardeşi olduğunu bu nedenle Sultan Abdülaziz’in kayın biraderi olduğunu yazar.
İbnülemin Mahmud Kemal İnal, “ Memduh Paşa “Mir’at-ı Şuunat”ta “Çerkez Hasan, Sultan Abdülaziz’in ikinci kadınının biraderi” olduğunu söylüyorsa doğru değildir” diyor.
Hadisenin olduğu günlerde yayın yapan gazeteler Çerkes Hasan’ın padişahın kayınbiraderi olduğunu yazmış ancak hemen bir gün sonra bu yanlışını düzeltmişlerdir. 7 Haziran 187632 tarihli İstikbal gazetesindeki yazı şöyledir:
“Katil Hasan’ın Sultan-ı mağfur Abdülaziz Hazretleri’nin üçüncü kadınlarının biraderi olduğunu herkesin söylediği gibi biz dahi böyle yazmış isek de katilin müşarünileyh üçüncü kadınla hiçbir akrabalığı olmadığını bu defa güvenilir bir mahalden tahkik eyledik.”
“Ecel erişince insan kurtulmaya çare bulamıyor da kurbanlık koyun sürüsü gibi kurban yerine gidiyor. Hariciye Nazırı Raşid Paşa, kiralık bir yalıda oturduğundan Sadrazam Mehmed Rüşdü Paşa’nın:
-“Toplantıya henüz yalılara taşınmamış vekiller gelsinler” demesi üzerine Raşid Paşa toplantıya çağrılmamıştı. Meclisin toplanacağını duymuş, Sadaret Dairesi’nde karşılaştık. Benden durumu öğrenmek istedi:
-“Size bu konuda bilgi verilmemesi yalıda oturduğunuz için rahatsız olmamanız düşüncesine dayanmaktadır. Sadrazam’ın emri böyle oldu” dedim.
-“Mühim işlerim vardı. Meclisin toplanması isabet!.. Ben de geleceğim. Müzakere ederiz. İki – üç gün için İstanbul’daki konağıma inecektim. Tam vesile oldu” diyerek, gece mecliste bulunacağı için pek sevindi.
Raşid Paşa elbisesini yaptırırsa da biraz dağınık gezerdi. O gün kıyafetine baktım: Akşam gerdeğe girecek gibi süslenmiş, çehresine başka bir tazelik vermişti. Diğerleriyle beraber Mithat
Paşa’nın konağına geldi. Yemekten önce herkes neşeyle gülümsüyordu. Yemekten kalkıldı. Meclis Odasına girildi. Girit ve Karadağ taraflarında karışıklık çıkacağına dair gizli yazılar okundu.
Gereken yerlere emir ve talimatları içeren şifreli telgraf müsveddelerini kaleme aldım. Gördüler. Ayrıntılı olsun, denildi. Ametçi Bey (Mahmud Celaleddin Paşa, Mir’at’ül Hakikat yazarı), diğerini hazırladı. Bu da beğenilmedi. Midhat Paşa son olarak ayrıca bir müsvedde yazdı. O da uygun değil.
-“Ne acayip hal!.. Zihnimizi toplayamıyoruz” dediler. Odadakiler başları önlerinde, sessizlik hüküm sürüyor. Kalpler sıkıntılı bir halde bekleniyordu. İşte bu sırada cani Hasan, meclise atıldı. Yapacağını yaptı. Biçare Raşid Paşa meclise çağrılmamıştı.
Meğer ahirete davetli imiş. İçimize atılarak girdi, yokluk ülkesine sefer eyledi.
Avrupa’dan yeni silahlar alındıkça Hasan Bey atış yerinde bulunarak nişan talimi yaparmış. Serasker Avni Paşa da bazen oraya gider:
-“Sen iyi vuruyorsun, at, vur” diyerek Hasan Bey’i teşvik edermiş. “Bela dilden gelir” sözünün manasına uygun olarak, Hasan’ın eliyle vuruldu.
Bu cinayet olayı “ Şahsi bir düşmanlıktır” teviliyle sadrazamlık makamınca diğer vilayetlere bildirildi.
Bu vak’aya son verildikten sonra, merhum Hüseyin Avni Paşa’nın cenazesi Seraskerlik Kapısı altında bacanaklarının evine götürülüp orada techiz ve tekfini yapıldıktan sonra Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere eşrafıyla, tavaf-ı aleyhi meşâyih ve zâkirleri tehlîl okudukları ve Asakîr-i Şahane tüfeklerinin namluları aşağı tutarak yolun iki tarafında ve bir bando mızıkası önde olduğu halde, merhumun cenazesi Seraskerliğin Mercan Kapısı önünden dolaştırılarak Beyazıt Meydanı’ndan geçirilip, Süleymaniye Kapısı’ndan çıkarılarak Süleymaniye Camii haziresinde defnedilmiştir.
Hariciye Nazırı Merhum Raşid Paşa’nın cenazesi de Şehzadebaşı’ndaki evine götürülüp, orada teçhiz ve tekfininin ardından, Hüseyin Avni Paşa merhumun cenazesine benzer bir cenaze alayı ile Fatih’e götürülüp orada defnedilmiştir.
Olay, Sultan Murad’ın hastalığı nedeniyle kendisine bildirilmemiştir.[9]
Çerkes Hasan’ın öldürdükleri:
Bahriye Nazırı Kayserili Ahmed Paşa ile bir zaptiye eri de ağır yaralanmıştır. Yaralıların sayısını 10’a kadar çıkartanlar vardır.[10]
Halk arasında, Serasker Hüseyin Avni Paşa’nın Abdülaziz’in tahttan indirilişinde ve vefatında rolü olduğu kanaatiyle Çerkes Hasan’ın bu eyleminden memnuniyet duyarak onu kahramanlaştırmak isteyenler olmuşsa da, Devletin Meşru Bakanlar Kurulunu basarak yaptığı bu katliam mazur görülebilir mi?
[1] İrtem, Süleyman Kâni, Sultan Abdülaziz ve Bir Seraskerin İhtilali Temel yy. İst-2004 sh: 119
[2] Arif Oruç, Sultan Abdülaziz, Nasıl hal’ edildi? Nasıl İntihar etti, Berikan yy. Ankara -2009 sh: 108
[3] Arif Oruç, a.g.e. sh: 111
[4] Arif Oruç a.g.e. sh: 112
[5] Arif Oruç Sh: 125
[6] Arif Oruç Sh. 307
[7] Em. Tuğg. İ. Halil Sedes: 1877-1878 Osmanlı-Rus ve Romen Savaşı 1. Cild İstanbul Askerî Mat. 1935, s: 122.
[8] İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Midhat Paşa ve Yıldız Mahkemesi sh: 119-120
[9] İbrahim Yıldırım, Manisa’da Medfun Bir Osmanlı Sadrazamı, Mütercim Mehmed Rüştü Paşa, Yüzleşme yy İst-2021 sh: 202-208
[10] Yılmaz Öztuna, Bir Darbenin Anatomisi sh: 293
İstanbul
21.11.2024