Konuya kendi açımızdan bakmamız gerektiğini düşünerek Osmanlı zamanını ele alacağım. Asırlar boyunca farklı inançtaki cemaatler kendilerine göre yılbaşını kutlardılar.
Aralığın 15’inden sonra hareketlenen Hıristiyan cemaat, 24 Aralık gecesi Hz. İsa’nın doğuşunu kutlardı. Ortodoks Rumlar’ın ‘Hristugena’ adını verdikleri bu gecede çocuklar evden eve dolaşırdı. Kalanda denilen Noel şarkıları söylerler ve Noel, sabahı kilisede ki ayinle son bulurdu. Çam süslemek çocuklar içindi. Evlerin içinde süsleme için şimdilerde aşina olduğumuz ve ‘Yılbaşı Çiçeği’ denilen Rumca da kırmızı anlamına gelen dikenli bitki ‘kokina’ kullanılırdı. Hıristiyanlar dinsel açıdan pek anlam taşımayan 31 Aralık tarihine de mana uydurup bunu Hz. İsa’nın sünnet günü diye anarlardı.
Ülkemize gelişi ise yılbaşı meselesi hakkında ki yasa çalışması 1922 senesinin eylül ayında konu TBMM’ye gelmesi ile başladı. Halkın tepkisinden çekinildiği için o zamanlar görüşülemedi, zaman aşımı ile sağlanabilen ortam sağlandı ve teklif üç yıl sonra, yani 26 Aralık 1925’te kanunlaştı. Gerekçe devletin uluslararası ilişkilerinde ortaya çıkan sıkıntılı durumun ‘izalesiydi.
O günün tatil olması konusu ise Osmanlı döneminde cuma günü hafta sonu tatili sayılıyordu ama bunun resmi bir dayanağı yoktu. Yani devlet çapında uygulanan bir hafta sonu tatili uygulaması benimsenmemesi fırsat bilinerek 1 ocak 1926 ‘dan itibaren cumartesi günleri öğleden sonra başlamak üzere Pazar günü tatil ilan edildi. Ne var ki yılbaşı günü hala tatil değildi. Kutlanıyor ama tatil günleri arasına alınmıyordu. 1935’te çıkarılan yasayla o senenin yılbaşından itibaren 1 ocak günü tatil ilan edilmesi ile sağlandı.
Kaynaklarında söylediği gibi böyle bir gecenin içinde yaşadığımız ülkenin dini inancına ve kültürüne uymayacak şekilde islam aleminde yeri olmadığı , Hristiyan aleminin kutladığı bir gece olduğunu ,Hz isa’nın sünnet günü tabir edilen geceyi yılbaşı kisvesi ile tüm dünyaya kutlatılmasının ne derece doğru olduğu her zaman tartışmaya açık bir konu olarak kalacaktır.
İstanbul
31.03.2025