İbrahim Hakkı Paşa, Roma Elçisi iken, Hüseyin Hilmi Paşa’nın sadrazamlıktan istifası üzerine 12 Ocak 1910 yılında sadrazam oldu. Aynı zamanda Hariciye ve Nafia Nazırlığını da birlikte yürüttü.
Roma Elçiliği yapmış bir Devlet Adamının İtalyanların niyet ve girişimlerinden bilgisi olması düşünülür değil mi?
İtalyanlarla tam bir dostluk içerisinde olduklarını söyleyerek, İstanbul’da da İtalyan sefiri ile de dosttu.
O zaman Mabeyn Baş kitabetinde bulunan Halit Ziya[1] Bey’in Saray ve Ötesi adlı eserinde:
“Hakkı Paşa İtalya’dan pekiyi intibalarla gelmişti. İki memleket arasında dostane münasebetlerin sağlamlığından ve sürekliliğinden o derece emindi ki, o taraftan ufukta hiçbir leke görmüyordu. Burada da hükumetle İtalya Elçiliği arasında pek ziyade dostluk bağları kurmuştu. Hakkı Paşa, sadarete Roma Elçiliğinden geldiği için, İtalya elçisiyle onun arasında, resmiyetten uzak bir münasebet gelişti. Bir gün bana elçi telefon etti:
-“Hakkı Paşa bu akşam yemeğine bana geliyor. Yemekten sonra da briç oynayacağız. Siz de geliniz” dedi. Bu suretle elçi, Sadrazamla ben. Yalnız üç kişi elçilikte akşam yemekte bulunduk. Bu özel mahiyette davete sebep ne idi? Bunu o zaman hiç düşünmemiştim. Ancak sonradan olayların devamında meydana gelen beklenmedik hadise ile bu davet arasında bir münasebet bulunduğuna hükmettim. Yemek arasında hiçbir siyasi meseleden bahsedilmedi. “
İşte bu dostane davetten az süre sonra harp ilan olundu. Elçinin hükumetçe alınan savaş kararından haberi olmadığına hükmetmek için onun da bizim – dağlardan büyük ve denizlerden derin- diplomatlarımız gibi gaflet denizinde boğulmuş, siyaset ve zekâdan uzak bir ahmak olduğunu kabul etmemiz gerekir.
Ahmet Reşit Rey “Canlı Tarihler” deki sözleri ise insana dehşet verecek bir faciadır:
“ İtalya ültimatomuna dair Roma Sefaretimizden gelen telgraf kendisine Jandarma tensiki için Türkiye hizmetine alınmış olan İtalyan Generalinin evinde briç oynamakla meşgul iken getirilmiş. Oyuna devam etmek için zarfı açıp okumamış. Nihayet işten haberdar olan generalin hanımının ısrarı ile zarfı açarak gerçeği öğrenmiş. İşittiğim bu olayı tembellik ve ihmalin pek ileri derecesini gösterdiği için fakat ihtiyat kaydıyla zikrediyorum.”
Hadiseyi İbnülemin Mahmut Kemal İnal nazmetmiş:
Bir İtalyanla briç oynarken almıştır
Harbe dair haberi, sadr-ı habiri devlet.
Âdemi gaflete sokmaktan olurken mahzuz
Bu kadar gaflete şeytan bile eyler hiddet
İş başında olanın olmasa aklı başta
İş açar başlara ilerde belâyı davet”
Öyle işler açıldı, öyle belalar davet edildi ki Trablusgarp ve Bingazi’nin elden çıkmasını müteakip ne Rumeli kaldı, ne adalar kaldı. Ne devlette kudret ne millette takat kaldı. [2]
GAFLET ZİNCİRİ !..
“Trablusgarp ve Bingazi’nin iki yanındaki Mısır ve Tunus ecnebi askerinin işgali altında bulunduğu için bir devlet tarafından taarruz olursa asker ve mühimmat sevki kabil olamayacağı düşünülerek Sultan Abdülhamid devrinde Recep Paşa gibi muktedir bir müşirin kumandası altında bir askeri fırka bulundurulmaktaydı. İhtiyaç halinde yerlilerden ve bedevilerden yardımcı kuvvet oluşturmak üzere silahlar ve mühimmat gönderilmişti. Meşrutiyetin ilanından sonra Mahmud Şevket Paşa, askeri fırkayı mühimmatıyla beraber Yemen’e sevk etmeye karar verdi. “
“Trablusgarp kumandanı Müşir İbrahim Paşa, İtalyanların Trablusgarp hakkındaki gaye ve teşebbüslerinden bahisle askerin nakli, memleketin İtalya’ya tesliminden başka bir şey olmadığını Harbiye Nezaretine yazdı. Kulak verilmedi. Trablus’ta jandarma görevi için pek az asker bırakıldı. Depolardaki silahlar İstanbul’a getirildi. Vali ve kumandan da çağrıldı. “
“O kıymetli vilayetler her türlü savunmadan mahrum edilerek adeta İtalyanlara tercihle teslim olundu. İtalya Hükumeti mühim bir donanma ve Ordu ile aniden Trablusgarp’a hücum ederek merkezi ve sahildeki mühim noktaları işgal etti. Verdiği notada Osmanlı’ya karşı harp ilan ettiğini bildirdi. [3]
“Hakkı Paşa, 17 Eylül 1911 de istifaya mecbur oldu. “
Osmanlı Trablusgarp’a Subay yardımı gönderdi, yerli aşiret ve urbanları örgütleyerek, direndi. Binbaşı Enver Bey, Kolağası Mustafa Kemal, Fuat Bulca, Nuri Conker, Ali Fethi Okyar, Albay Neşet Bey, Kuşçubaşı Eşref Bey bu subaylar arasındaydı.
Fakat 1912 de Balkan Savaşı zuhur edince, her bireri kendilerini İstanbul’a gelmeye mecbur hissettiler. Bu savaş esnasında İtalyanlar On İki Adayı da işgal ettiler. Balkan Savaşının zuhuru nedeniyle de İtalyanlarla anlaşma yapmak lüzumu doğdu. 18 Ekim 1912 de Uşi Anlaşmasıyla da Trablusgarp ve Bingazi İtalyanlara bırakılıyor. Buna karşılık İtalyanlar Rodos ve On İki Adaları bize iade edeceklerdi. Ama İtalyanlar, bu Adaları geri vermedi. II. Dünya Savaşından sonra da Yunanistan’a verildi.
Şuraya Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa’nın bir biyografisini arz edeyim: İbrahim Hakkı Paşa
1863 İstanbul – 29 Temmuz 1918 Berlin. Tahnit olunan cesedi 7 gün sonra İstanbul’a getirildi. Yahya Efendi türbesinin haziresine gömüldü.
Güzel eğitim almış, Fransızca ve İngilizce söyler ve yazardı. Arap, Fars, Alman ve İtalyan lisanlarına aşina olduğu söylenir.
İbrahim Hakkı Paşa’nın basılmış eserleri de vardır.
Medhal-i Hukuk-u Düvel, 1885
Tarih-i Hukuk-u Beyneddüvel, 1885
Küçük Osmanlı Tarihi, 1890
Tarih-i Umûmi, 3 cilt, 1887-1888
1882'de Mülkiye Mektebi'ni bitirdi. 1884'te Mâbeyn-i Hümâyun tercümanı oldu. II. Abdülhamid'e polisiye romanlar çevirdi. Bir yandan da Hukuk ve Ticaret Mekteplerinde dersler verdi. 1894'te Babıâli Hukuk Müşavirliğine getirildi. 30 kadar diplomatik komisyonda başkan ve üye olarak bulundu. İkinci Meşrutiyet'in ilânından önce Girit ve Amerika Birleşik Devletleri'ne gönderildi.
1908 yılında II. Meşrutiyet’in ilanından bir gün önce kurulan 7. Sait Paşa kabinesinde Maarif Nazırı, iki gün sonra kurulan Kıbrıslı Mehmed Kâmil Paşa kabinesinde Maarif ve Dâhiliye Nazırlıklarını üstlendi. Bu görevde kalmak istemediğinden Aralık 1908'de bakanlıktan ayrıldı. Osmanlı Devleti'nin Roma büyükelçiliği görevini üstlendi. 1909 sonuna kadar bu görevi sürdürdü.
Hüseyin Hilmi Paşa’nın sadrazamlıktan istifası üzerine 12 Ocak 1910 yılında da sadrazam oldu. Aynı zamanda Hariciye ve Nafia Nazırlığını da birlikte yürüttü.
1911’de İtalyanların Trablusgarp’a saldırması üzerine bakanlıktan istifa etti.
1913 yılında İngiltere’ye giden İbrahim Hakkı Paşa, pek çok görüşme yapıp anlaşmalar imzaladı. I. Dünya Savaşı başlayınca İstanbul’a döndü.
1915'te Berlin Büyükelçiliği'ne atandı. Ek olarak 1917’de Meclis-i Âyan üyeliğine atandı. Brest Litovsk Barış Antlaşması'nın görüşmeleri sırasında Osmanlı heyetinde görev yaptı. Berlin'e döndükten kısa bir süre sonra 29 Temmuz 1918 günü yaşamını yitirdi. Cenazesi İstanbul'a getirilerek Yahya Efendi Tekkesi ‘ne defnedildi.
Devlet adamlığının yanı sıra bilim alanında çalışmaları da olan İbrahim Hakkı Paşa, ders kitabı tarzında eserler yazmıştır.[4]
“Bilgisi ve engin fikirleri, hitabeti ve vatan-perverliği kendisini tanıyanlarca teslim edilen Hakkı Paşa hiçbir zaman Hükumet Reisi olamazdı. Aktif ve tecrübeli bir Sadrazamın kabinesinde her hangi bir bakanlığı deruhte etse devlete hizmet edebilirdi.” [5]
“Necmeddin Molla diyor ki;
“O esnada Hakkı Paşa öyle bir ye’s hali ve ümitsizliğe düşmüştü ki artık kendisiyle iş üzerinde görüşmek imkânı kalmamıştı. “Eski zamanlarda benim durumuma düşen Sadrazamların kafasını padişahlar binek taşında kestirirlerdi. Ben o haldeyim” diyordu. [6]
İstanbul
22.12.2024