Said Paşa, nâm-ı diğer “Küçük Said Paşa” Türk asıllı Ankaralı, Seb’azadeler diye bilinen bir aileye mensuptur. Babası Ali Namık’ın görevi dolayısıyla bulunduğu Erzurum’da 1838 de doğmuştur. Sultan Abdülhamid devrinde 7 sefer ve Abdülhamid’in hal’inden sonra da 2 sefer olmak üzere toplam 9 defa Sadrazamlık yapmıştır. Sadaretten ayrıldığı, mâzul döneminde dahi Abdülhamid onun görüşlerine müracaat etmeyi ihmal etmezdi.
Üç ciltlik hatıratını 1912 de bastırmıştır. 1 Mart 1914 de vefat etmiş ve Eyüp Sultan Türbesinin çıkışına defnedilmiştir.
Abdülhamid onun vefatını öğrenince; “Zavallı Said Paşa da vefat etti. Dün haber alınca alimallah kendimi zapt edemedim. Ağladım… Hatta ne ağlıyorsun… O senin hakkında iyi yazmamış dediler… Vakıa son zamanlarda vefasızlık etti. Her ne de olsa benim bir husumetim yoktur. Kendisini severdim. Âlim, tecrübeli, zeki bir adamdı.” [1]
SAİD PAŞA’NIN ISLAHAT LAYİHASI
En kritik problemlerde Padişahı uyarmaktan çekinmeyen Said Paşa, Berlin Antlaşmasının 61. Maddesine istinaden Şark Vilayetlerinde İngilizlerin ıslahat talepleri üzerine, kendisi görevde olmamasına rağmen, “İngilizlerin taleplerinin olduğu gibi kabul edilmesinin mahzurlarını dile getirip Padişahı uyardı.” [2]
II. Abdülhamid, azlettiği Said Paşa’dan yeni bir ıslahat layihası hazırlamasını istedi. Paşa bu emir üzerine hazırladığı tam 20 sayfalık layihayı 31 Ağustos 1880 de Padişaha arz etti. [3]
Said Paşa, Osmanlı Devletinin kuruluşundan hemen sonra güçlü devlet haline geldiğini ancak üç asra yakın bir süredir güç ve kudretini sürekli kaybettiğini hatırlatarak;
“İnsan ömrüyle devlet ömrü arasında pek çok benzerlik ve münasebet vardır. İnsanın büyümesi, toplumda mutlu yaşaması için gereken baht ve talih müstesna olmak üzere; Hüsn-i hilkat, marifet ve istikamet (yaratılış güzelliği- bilgi ve ahlak) devletler için de geçerlidir” der.
Said Paşa, layihasında adeta Osmanlı Tarihinin bir muhasebesini yapar. Devletin yükselişini, 17. Ve 18. Asırlarda geri kalış sebeplerini tarihi olayları, savaş ve antlaşmaları örnek vererek yapılan hataların, Kürdistan, Irak, Şam, Yemen ve Hicaz’da halkın isyanına sebebiyet verdiğini bunu da yabancıların istismar ettiğini anlatır. Karlofça ve Küçük Kaynarca Antlaşmalarının devlete verdiği zararlara, Baltacı Mehmed Paşa’nın Katerina’dan aldığı hediyeler üzerine yaptığı antlaşmanın Büyük Petro’yu cihangirlik idealine yönelttiğini söyleyerek;
“Geçmiş asırlarda bu yaşananlara rağmen, asrımızda Sultan II. Mahmud’un gayretleriyle devlet yenilenmeseydi, devletin payandaları tamamen çökmüş ve arsasında başka binalar kurulmuş olurdu” der.
Kişisel menfaatlerini ön planda tutan pek çok devlet adamının Padişahları kandırarak, devlete sadık görevlileri gözden düşürüp birçok musibetlere sebebiyet verdiklerini örnekleriyle anlatır.
“Fesatçıların kamu yararına müdahalesiyle az zaman içinde büyük bir devletin binası sarsılır ve birkaç asırda meydana gelen ilerleme ve zenginlik his olunmadan çöker” [4]
Paşaya göre devletin yükselişini sağlayan temel faktörler: Maarif (bilgi) ve İstikamet (ahlak)tir.
Devletin içinde bulunduğu kötü duruma düşmesinin sebepleri: Birincisi, eğitimle birlikte Mülkî ve Askerî kanunların bozulması. İkincisi, devlet adamları arasında rüşvetin yayılması, Üçüncüsü, yabancıların müdahale ve iğfallerinin devlet adamları üzerindeki etkileri.
Medreseler bozulunca, halkın hukuku ehliyetsiz ve gaddar hâkimlerin eline geçmiştir. Ayrıca bu durum ehliyet ve liyakat şartı olan devlet memurluklarında da ehil olmayanların istihdamına sebep olmuştur.” [5]
Paşa dâhili meselelerin çözümü için; genel terbiyenin düzeltilerek eğitim ve bilginin yaygınlaştırılmasını ve ahlakın topluma hâkim kılınmasını önermektedir.
Ahlakın iki yönü olup; memurların rüşvet ve irtikâptan uzak durması ve hükumete düşen ahlakın da, hukuka dayalı emniyeti sağlamak olduğunu ifade eder.
Devletin dâhilde güçlenmesi için adaletin büyük önemine vurgu yapan Paşa, Mahkemelerin iyi tanzimi ve Adalet Bakanlığının düzeni ile hapishanelerin ıslahına vurgu yapar.
Paşa iç meselelerin çözümünde sunduğu reçeteyi üç kavramla açıklar: “İyi Ahlak” , “Maarif” ve “Adalet”.
Said Paşa, layihasında en önemli harici problemin batılı devletlerin ortaya attıkları “Şark Meselesi”[6] ni görmektedir. Buna çare olarak önerileri ise; Uluslararası ilişkilerde taraflardan hiç birine haklı gözüyle bakılmaması gerektiği gibi; devletlerarası çekişmelere de tahrik edilmemelidir. Bu kendi haklarımızı görmemek anlamında anlaşılmamalıdır” der.
Paşa, dış müdahalelere meydan verilmemesi için içte asayişin sağlanması ve pürüzsüz bir idarenin gereğini savunur.
Osmanlı diplomatlarının çoğunun gayr-ı Müslim olması sebebiyle, gayrimüslimleri ilgilendiren konularda devletlerin yapacakları tekliflerde bunların objektif olamayacaklarını hatırlatarak mümkün olduğu kadar Müslüman Diplomat yetiştirmek gerektiğini vurgular. Mülkî idareler için iyi idareciler yetiştirilmesi, Maliyenin iyi düzenlenmesi, borçlanmadan uzak durulması, her şeye rağmen borç alınacaksa, alınacak paranın hayati önem taşıyan yerlere harcanmasını, ticaret ve sanayiye önem vererek yerli sanayinin korunmasını şart olarak ifade eder.
İlim olmadan ahlakın gelişemeyeceğini bu nedenle eğitimin önemini vurgular. Ahlakı bozan başlıca unsurların da;
-Nifak (ayrımcılık)
- Yalan,
-Vatan sevgisinin yokluğunu ifade ederken Paşa, siyasi ahlaktan söz etmektedir. Çünkü bu durumun bir devlette olmasını yıkılma alameti olarak nitelemesi, ahlakı özellikle devlet adamlarında ve memurlarında aradığını göstermektedir. “Binaenaleyh devletin vücudunu istila etmeden bu hastalığın kaynağını kurutmak gerekir. O da memurları irtikâptan şiddetle sakındırmakla olur.” [7]
Paşanın bu sözlerini uzun yıllar bürokraside hizmet ederek en üst makama gelmiş bir zatın gözlemleri olarak değerlendirmek gerekir. Bu da devlet içinde ahlakı bozan bir rüşvet çarkının olduğunu göstermektedir. Paşa, menfaat düşkünü olmalarının rüşvet ve irtikaba sebebiyet verdiğini söyleyerek çözüm önerilerinde de bulunur.
Mürtekipleri fiillerinden doğrudan sorumlu tutup, diğerlerine karşı düşmanca tertibatlarını bozmak ve ahlaklı, devlete sadık görevlileri himaye etmek gerekir.
Paşa, devlet adamlarındaki bireysel ahlaksızlığı tedavi etmenin dışında devletin de bir ahlakının olması gerektiğini savunur. Tüzel kişiliğe atfettiği ahlak ise, “halkın hukuk bakımından tam bir emniyet” içinde olduğunu hissettirmesi olarak tanımlamaktadır.
İslam Dininin adaleti himaye etmeyi emretmesine rağmen, hükumetin bunu ihmal ettiğini vurgulayarak: “Dikkate şayandır ki, devletin çöküşü adaleti icrada kayıtsızlıkla başladığı gibi Hristiyan teba arasında genel hoşnutsuzluğun doğmasına da sebep oldu” der.
Paşa bu ifadesiyle iki şeyi dile getirmektedir.
Birincisi, devletin çöküşü adaletteki kayıtsızlıkla başladığı; ikincisi de Hristiyan tebanın genel huzursuzluğunun bundan kaynaklandığıdır.
O tarihlerde en önemli konulardan biri de Hristiyan ahalinin devletle olan bağlarının yeniden güçlendirilmesiydi. Paşa:
“Bazıları Hristiyanların bu halini sadece dışardan onlara empoze edilen ayrılıkçı fikirlere yüklemek isterlerse de, harici iğfallerin tesiri, dâhildeki sebebin tesiridir” der.
Paşa bu ifadesiyle Hristiyan ahalinin sadece dış tesirlerle devletten kopmadığını söylerken ayrıca bu durumun geçmişte devletin onlara Müslümanlardan çok “hürriyet ve marifet (ahlak) ” vermesinden kaynaklanmadığını iddia ederek ezberleri bozmaktadır. Adı verilmeden Islahat Fermanı ile Hristiyanların kazanımlarının ve Müslümanların önüne geçmelerinin hatırlatıldığı bu ifadede aslında yapılanlar tenkit edilmektedir. Ancak verilen hakların “Müslümanlar ile Hristiyanların bir birine haset edip kaynaşmalarını zorlaştırdığı” tespitinde bulunmaktadır.
Paşa bu layihayı yazma sebebini açıklarken, Sultan Abdülhamid’in kendisinden bir layiha yazmasını istediğini ve “Büyük Petro”nun vasiyetnamesi gibi bir vasiyetname isterim” dediğini anlatır.
Said Paşa’yı bu layihasının akabinde, Sultan Abdülhamid ikinci kere Sadarete getirmiştir.
Mithat Paşa gibi açıkça hak ve hukuku savunan böyle donanımlı devlet adamları, Sultanlar ve ülke için büyük şanstır. Abdülhamid onu bu özelliğinden dolayı takdir ederdi. Her çetrefilli sorun karşısında bir adamını gönderir onun görüşleri alırdı.
Said Paşa hatıratında, Abdülhamid ile ilgili birçok anısını anlatır. Zaman zaman bu anılarını dile getirmeye çalışacağım.
[1] Metin Hülagu, Sultan II. Abdülhamid’in Sürgün Günleri, Pan yy İst-2003 sh: 33-152 den naklen Mustafa Gündüz, Said Paşanın Hatıratı I. Cilt Ketebe yy-İst-2019 sh: 24
[2] Zekeriya Kurşun Küçük Said Paşa, Vakıfbank Kültür yy.- İst- 2024 sh:133
[3] BOA, Y.E.E, 83/70 – Kurşun Zekeriya Küçük Said Paşa, Vakıfbank Kültür yy – İst-2024 sh: 123/ Said Paşa’nın hatıratında yer verdiği ortalama 17 satırdan oluşan yirmi sayfalık layiha metni BOA- Y.E.E, 83/70 dedir. (Zekeriya Kurşun, a.g.e sh:123 dipnot)
[4] Sait Paşa, Hatırat sh: 422, Zekeriya Kurşun, a.g.e sh:125
[5] Sait Paşa, Hatırat sh: 420-421
[6] Şark Meselesinin özü; Türkleri geldikleri Asya bozkırlarına kadar sürmek veya bu mümkün olmazsa Anadolu’da imha etmek.
[7] Said Paşa Hatırat, sh: 424