Daha önce yazdığım bir yazımın başlığını “Yönetim Bir Kültür Meselesidir” şeklinde koymuş ve bunun altını 90’lı yıllarda acar bir Belde Belediye Başkanının uygulamalarından örnek ve örneklerle temellendirmiştim.
Geçen haftaki yazımda da; öldürülen çocuklara ve hastanelerin yenidoğan ünitelerindeki cinayetlerden rant devşiren çeteden bahisle kurumsal ve toplumsal çürümüşlüğümüze işaret etmiştim.
Bugün Türkiye olarak geldiğimiz noktada; demokrasi anlayış ve uygulamalarını hukuk devleti olarak taçlandırmak ve kamu yönetiminin vatandaşa güven veren bir kültürel iklimde kurumsallaşmasını gerçekleştirmek yönünde ufukta hiçbir ışık görememenin örneklerini yaşıyoruz…
Bakınız, eski bir Bakan’ın (hem de Sağlık Bakanı) sahibi olduğu hastanede para için bebek öldürülmesi hadisesi yaşanıyor bu ülkede sorumlular yerlerinde rahat rahat oturabiliyorlar!!! Gelişmiş demokrasi kültürü için utanç verici bir durum.
Üzülerek ifade ediyorum ve Siz okurlarıma ümitsizlik de aşılamak niyetinde değilim. Ama beni bu kanaate götüren, tüy diken günümüz uygulamalarının örnekleri, binlerce yıl devlet yönetme geleneği olan Türk Milletine hiç ama hiç yakışmıyor… Zira gerek kamu gerekse özel sektörde kurumlar her geçen gün çürümüşlüğün örneklerini sergiliyor…
Adıyla ve sanıyla Devletle özdeşleşen “Bilge mi bilge!”, kurt mu kurt!, eke mi eke! ve de ağzını açtığında Türk Tarihinden, Bilge KAĞAN’dan feyz aldığını söyleyen parti liderlerimiz çıkıp Anayasa Mahkemesi için “Ya Anayasa Mahkemesi kapatılmalıdır..," diyerek yıllara sari kurumun kökünü kazımaya niyet edebiliyor…
Peki Bilge KAĞAN taşa yazdırdığı Orhun Yazıtlarında, bundan tamı tamına 1290 yıl öncesinden günümüze ışık tutan sözleri ne mi anlatıyor? (Yıl 734)
«…Milletimi her bakımdan mutlu ve müreffeh kılacak, onu huzur ve barış içinde yaşatacak her milletten onurlu ve üstün kılacak geliştirip, kalkındıracak, iyi ve sağlam bir düzen ve sistem kurmaya çalıştım.”
"Haktan, hukuktan, adaletten ayrılmadım. Kurduğum düzeni herkes için kurdum. Koyduğum kurallara kendim de uydum…»
Demek ki kurallar konmak için değil, bizzat koyanlar tarafından o kurallara uyulmak için konuyormuş… Devlet yönetme geleneği ve kültürü bunu böyle söylüyor ve uyguluyor.
Anayasa Mahkemesini kapatın diyen kafa Bilge KAĞAN’ın bu cümlelerini nasıl okuyor ve nasıl anlıyor? Okuma ve anlama özürlü olacağını sanmıyorum…
Soruyu şöyle soralım… Anayasa Mahkemesini kapatan kafa ve anlayış demokrasi kültürünün neresindedir? Bu kafanın değil önünde, arka planında bir demokrasi kültürü, demokrasi anlayışı ve uygulama nosyonunu gören varsa beri gelsin…
Devlet yönetiminde demokrasi, bir kültür ikliminde yerleşir ve gelişir. Bu bağlamda hak, hukuk ve adaleti gözeten uygulamaları ile insanlara yaşadıkları toplumda güveni ve huzuru getirir.
Bugün; vatan, millet, din, devlet, yerli, milli kavramlarını sık sık gündeme getiren, mevcut yönetimi icra eden bu arkadaşların uygulamaları ile geldiğimiz yer neresidir dostlar? Toplumda kurumlarımıza olan güven ne durumda?
Fukuyama’nın deyimi ile güvene dayalı toplumsal sosyal sermayenin dip yaptığı; tarihten, tecrübeden, akıldan, ilimden, adaletten, ehliyet/liyakatten, istişare ve güzel ahlaktan yoksun devlet idaresi çıkmaz sokak istikametindedir.
Çare;
Devletin bütün faaliyetlerinde hukukun üstünlüğü ilkesine ve yargı denetimine bağlı kalan, hukuk ve adalet ilkelerinden milim sapmayan, yurttaşlarının haklarını, özgürlüklerini, eşitliklerini gözeten ve güvence altına alan demokrasi kültürünün yaşandığı Hukuk Devleti olmaktır.
Zira; demokrasiyi bir azınlık veya çoğunluk zorbalığına dönüştürmekten korumanın çaresi, insan haklarına dayalı hukuk devletidir. Bu da doğal olarak DEMOKRASİ KÜLTÜRÜ ile doğrudan ilişkilidir. Ve bu kültür; evde, sokakta, mahallede, okulda ve toplumsal hayatın bütün katmanlarında yaşanırsa anlamlı olur…
Demokrasi kültürü deyip geçmemek gerek… Bunu yaşanmış bir örnekle anlatmak isterim… Yani bir toplumda “Demokrasi Kültürü” yoksa orada hukuk devletini kuramaz ve yönetim adına insanlığın önemli bir birikimi olan “Demokrasi” nimetinden istifade edemezsiniz…
Demokrasi – Kültür İlişkisi
Türkiye'den ARHAN isimli bir genç İngiltere'de siyaset bilimi alanında mastır yapar... Aynı sınıfta Afrika ülkelerinden gelen bir delikanlı ile çok iyi anlaşır ve dost olurlar...
Mezuniyet sonrası memleketlerine dönerler... Yıllar sonra Türk genci ARHAN’ın yolu Afrika kökenli dostunun memleketine düşer... ARHAN oradaki Büyükelçiliğimize uğrar ve konu İngiltere'den dostu arkadaşına gelir... Elçilik çalışanları da çok iyi tanımaktadırlar ARHAN’ın oradaki arkadaşını...
Arhan, Afrikalı arkadaşını sorunca elçilik çalışanları:
-Ooo derler... Babası burada çok büyük bir kabilenin (aşiretin) reisi idi... Ölünce yerine Sizin arkadaşınız geçti, derler...
-O zaman ziyaretine gidelim der ARHAN ve kalkıp giderler...
Ziyarette izzet, ikram ve ağırlama sırasında kabilede bir telaşın olduğunu sezer ARHAN... Sorar ev sahibi dostuna bu telaşın sebebini...
Kabile Reisi olan Arkadaşı;
-Sorma, annem sizlere ömür, vefat etti. Onun cesedini pişirmek için parçalıyorlar, der.
ARHAN şoktadır... Ne demek cesed, parçalama, pişirme, yeme…
-Seninle biz medeni olan İngiltere'de insan hakları, yönetim, demokrasi vb. kavramlarını boşuna mı okuduk. Sen neden bahsediyorsun der...
Afrikalı kabile reisi olan dostu;
-Bak kardeş der, demokrasi nihayetinde oy çokluğuna dayalı bir sistemi inşaa etmek değil mi?...
Toplar kabileyi ve ölen Annesi için iki seçenek sunar kabile üyelerine...
-Ölen annemi bu haliyle gömelim mi? Yoksa parçalayıp, pişirip, yiyelim mi?
Kabilenin %90’ı parçalayıp, pişirip, yiyelim şeklinde sonuçlanır...
İşte kültür ve işte demokrasi... Nasıl ama?
İstanbul
10.12.2024