29 Ekimler hep gelip geçer, yapılan törenler, asılan bayraklar, sunulan çelenkler ve geçit törenleri. Bir bayram havasında bir gün daha yaşanır, sonra normal hayata dönülür.
Gerçekten anlıyor muyuz?
Kendimize soruyor muyuz?
18 Mart, 19 Mayıs, 23 Nisan, 30 Ağustos ve 29 Ekim ne ifade eder? Diye....
Var olmak ve yok olmanın ince bir çizgi olduğu, Varlık ve beka davasının hayatın ruhu olduğu bir dönemden bahsediyoruz.
Öyle bir andan bahsediyoruz ki, koca imparatorluk adım adım yok oluşa sürüklenirken o gün yaşayan insanların ruh hallerinin ne olabildiğini ve bu güne yansımalarına bakmak istiyoruz.
Pasta büyük saldıran çok. Dört bir koldan aç kurtlar gibi üşüşen yedi düvele karşı yorgun bir millet var.
Tam bu sırada ortaya konulan iradeye iyi bakmak lazım.
Yedi düvelin bir olup saldırdığı bir boğaz harbi, geçilmeyen bir Çanakkale, sözde barış anlaşması diye sunulan ülkeyi parça parça bölen emperyalist oyunu, pastanın dağıtıldığı bir Sevr ve onu yırtan bir büyük irade. Yokluk açlık içinde kazanılan savaşlar ve yeniden inşa edilen devlet.
Öncelikle bilmek gerekir ki, Türk toplumu, toplumsal değerleri ve devleti olmadan yaşayamayan bir toplumdur. İşte tamda ince çizgi burada başlar. Eğer değerler ve devlet kavramı önemli değil, biz global şekilde İngiliz, Yunan, Fransız, İtalyan karışık yaşarız denilseydi hiç bir zorluk, yokluk ve savaş yaşanmazdı ve bir Türkiye Cumhuriyeti de olmazdı.
Aslında bu gün yapılmak istenen de tam bu. 1915 ve 1919 da yapamadıkları o günün iradenin yırttığı Sevr bu gün değişik şekliyle uygulanmak isteniyor. Yurt dışına ve yurt içine zorunlu bırakılan köylerden kasabalardan göçler, gerekse yurt dışından mülteçi bahanesiyle ülkeye doldurulan yabancılar, oluşturulan birbirini tanımayan büyükşehirler. Bu konu özel bir projedir ayrıca ortaya konulmalı.
Aslında 18 Martlar, 19 Mayıslar, 29 Ekimler için en düşünülmesi gereken konu yokluklarla yaşayan bir toplum rahatlığı seçmek yerine nasıl bir irade ortay koymuş ki, Varlık ve beka davasında Zafer kazanmış bunu derin derin düşünmek gerekir.
Bu cumhuriyet, kolay kurulmamış, kolay devlet yapısı ortaya çıkarılmamış.
Bu cumhuriyet, kırık kağnı, sapsız yaba, aksak eşekle, boynuzu kırık öküzle kuruldu.
Bu cumhuriyet, açlıktan nefesi kokanlarla, toprağı döşek yaprağı yorgan yapanlarla kuruldu.
Bu cumhuriyet, ak sakallı dedenin duası, yemenili ninenin göz yaşı, beşikteki bebenin çığrığı, genç kızların kana bulanmış gelinliği, çocuk yaşta gençlerin alın terleriyle kuruldu.
Bu cumhuriyet, Mehmet Akif’lerle, Hasan Basri Çantay’larla, Ömer Nasuhi Bilmen’lerle, Ahmet Hamdi Elmalı’larla, Kazım Karabekir’lerle, Fevzi Çakmak’larla, ismet İnönü’lerle, sayısız kahramanlarla ve devletin banisi Mustafa Kemal Atatür’lerle kuruldu.
Bu gün çıkıp cami minberlerinde, mitink meydanlarında, TV programlarında, gazete sayfalarında, dernek lokellerinde, kahve köşelerinde o günün iradesini, o günün kahramanlarını, o günün politikasını eleştirenler kendilerinin yaşadığı şaşaalı ortamın dışına çıksalar kendileri adım atabilir miydi? Kendilerine sorup, bir değil bir kaç kez daha düşünüp öyle konuşsalar daha iyi olur.
Her geçen gün milli mücadelenin, kurtuluş savaşının, cumhuriyetin, devletin önemi bir kat daha artıyor.
Sonraki dönemlerde gelen iktidarların beceriksizliğini, hırslarıyla oy kaygılarıyla devlet değil parti politikası uygulayanlarının suçunu bile o günün iradesine yıkmaya çalışan bedbahlar iyi düşünmeliler ki, o gün bu güçlü irade ortaya konulmasaydı şimdi bir devlet yoktu, bir Rumeli yoktu, bir İstanbul yoktu, bir Anadolu yoktu.
100. Yılına gelirken cumhuriyeti, devlet olmayı iyi anlamak gerekir. Varsa hatalar o günün şartlarında ne yapılabilirdi diye iyi düşünmek gerekir. O ıstıraplı günlerin yaşanmışlıklarını iyi değerlendirmek gerekir. Bütün her şeyi kötü olsa bile ki, kötü değil Sevr parça parça edilmiş Osmanlı topraklarını korumuş iradeye büyük saygı duymak gerekir.
Alpaslan’ın Anadolu eserini korudukları için, peygamber övgüsü almış, “Ya İstanbul beni, ya ben İstanbul’u alacağım” diyerek denize yürüyen Fatih’in İstanbul ve boğazlar eserini korudukları için ve bir devlet, bir millet olarak ayakta tutukları için saygı duymak gerek minnet duymak gerek rahmet okumak gerek.
Son dönemlerde yaşanılanlara baktığımız zaman Cumhuriyet bir kat daha anlam kazanıyor. Bu devlet Türk dünyasının son kalesidir. Emperyalist güçlerin her daim hedefe koyduğu, satılmış hainlerin cirit attığı bu toprakları iyi korumak gerekir. Cumhuriyet’in devlet olma, millet olma, toplum olma kazanımlarını iyi korumak gerekir.
18 Mart, 19 Mayıs, 23 Nisan, 30 Ağustos ve 29 Ekim her zaman bizim için değerlidir, anlamlıdır her daim anmaya ve anlamaya ihtiyacımız vardır.
Yaşasın Milli Mücadelenin meyvesi Türkiye Cumhuriyet…
Yaşasın Millet, Kahrolsun Millet Düşmanları……
İstanbul
22.11.2024