İBRAHİM YILDIRIM

Tarih: 21.10.2021 17:27

“AHMAK MAHMUD”

Facebook Twitter Linked-in

Son devir tarihimizde adından bahsedilen dört Mahmud Celâleddin vardır. Üstelik bunların iki tanesi de , Abdülmecid’in damadı olup, Abdülhamid’in eniştesi olurlar. Dolayısıyla çokları bunları bir biriyle karıştırır.

      1. Prens Sabahaddin’in babası olup, Gürcü Halil Rıfat Paşa’nın oğlu Osmanlı Adliye Nazırlarından Abdülmecid’in kızı Seniha Sultan’ın kocası olan Damad Mahmud Celaleddin Paşa’dır.

      2. Damad Ahmed Fethi Paşa’nın oğlu, Abdülmecid’in kızı Cemile Sultan’ın kocası, Damad Mahmud Celaleddin Paşa’dır.

      3. Mir’at-ı Hakikat adlı eserin yazarı , Girit, Bursa Valilikleri ile Ticaret, Maliye ve Nafia Nazırlıklarında bulunmuş , Abdülhamid’in mutemet adamı; Mahmud Celâleddin Paşa’dır.

      4. Bir de Abdülaziz’in oğlu Şehzade Mahmud Celaleddin Efendi vardır.

Konumuz 2. Sırada bahsi geçen Mahmud Celaleddin Paşa’dır. V. Murad’ın “Cünûn-i Mutbik[1] olduğundan hal’ edilmesi hengamında, kayın biraderi Şehzade Abdülhamid’in , tahta geçmesini en çok isteyen ve bu uğurda gayreti olan biridir. Eğinli Said Paşa’nın kayın biraderidir. Taif Zindanında 7 Mayıs 1884 de Midhat Paşa ile aynı gecede boğularak öldürülmüştür.

Doksan üç Harbi’nin en ateşli taraftarlarından birisidir. Bu nedenle , Savaş karşıtı olan Eğinli , bu eğiliminden dolayı onu acımasız eleştirir.

İstanbul Konferansında, yapılan teklifler kabul edilseydi, savaş çıkmayacaktı. Said Paşa günlüğünde 20 Kanuni evvel (Aralık) 1876 da şunları yazmış :
“Bu halde kabul olunup muharebe etmemek ayn-i farzdır. Muharebe olur ise , Rumeli’yi kaybedeceğimizi hemen görüyorum. Ahali-i Müslimenin hali ne olacak? Tarif ve hesaba gelmez izmihlale uğrayacak. Lakin bizim Mahmud Paşa gayet azgın bir hale gelmiş olduğundan her gün Mabeyn-i hümayunda (galiba bana rağmen) “Biz gavurların sözünü dinlemeyeceğiz. Şimdiye kadar nasihatlarını tuttuk ta ne olduk. Artık tutmayacağız. Böyle teklifleri kabul etmektense muharebe edip namusumuzla kaybetmek daha evladır” gibi delice sözler sarfettiğinden korkarım ki memleketin izmihlaline sebeb-i müstakil olacaktır. “ [2]

Behey hınzır!Behey ahmak! Memleketin izmihlaline çalışıyorsun haberin yok. Söylediğin hep yalan.”[3]

Saraydaki kamuoyu oluşturmayı ve baskı ile herkesin hür fikrini söylemelerini mani oluşunu şöyle anlatır :

“Bâbıâli harp cihetini tercih etti. Hariciye Nazırı, zât-ı şahane efendimize “ Efendimiz, şimdi hiç kimse kendi fikirlerini serbestane söyleyemiyor. Harp tarafını tercih etmeye mecbur oluyor” dedi. Bu söz pek doğrudur. Zira bizim Mahmud Paşa’nın azgınlığı şol dereceye varmıştır ki, Meclis-i Vükelâda ( Bakanlar Kurulu) bile herkes ağzını açmaya korkuyor. .. Velinimetimiz Efendimiz dahi harp taraftarı değildir. Lakin en birinci bizim ahmak ve azgın Mahmud Paşa ve ikinci derecede Midhat Paşa’nın şerr-i mekrinden dolayı sabrediyorlar. Bu adamların ne kadar büyük hatada bulunduklarını elbette zaman ispat edecektir. Bunlar ne ahlaksız ve  ne hain ve ahmak ademler imiş ki iyi ve kötü farketmeyerek en sonra memleketi önlenmesi mümkün olmayan büyük bir felakete düçar edecekler.

“Efendimiz mevcut müşkülatın barış yoluyla giderilmesini arzu buyurduklarından : “Kuvvetimiz nasıldır?” deyu sual buyurdular. Serasker Redif Paşa “ Şimdi silah altında altı yüz tabur askerimiz vardır” cevabını verdiler. Bunun üzerine  efendimiz “ Pekâla, bu kadar askeri giydirebilecek miyiz? Besleyebilecek miyiz? Mühimmat yetiştirebilecek miyiz? Pâremiz var mı? Kâime,  altun ile bugün iki yüz on kuruştur. Muharebe uzun müddet sürerse biz buna ne kadar müddet tahammül edebileceğiz? Buraları enine boyuna mütalaa olundu mu? Yoksa yalnızca harp ederiz demekle olmaz. Bu kadar Ümmet-i Muhammed’in kanını döküp de sonunda da bir hüsn-i netice hasıl olmayınca harb etmek ciheti nasıl tercih olunabilir?” Suallerini irad buyurunca Sadrazam dahi Serasker Paşa’ya bakarak : “ Eğer bunlar kuvvetimizin yetersizliğini tasdik ederlerse biz de konferansa cevabımızı değiştiririz. “ dediler. Serasker Paşa buna cevaben 
“Kuvvetimizin ve mühimmatımızın miktarı Bab-ı Âlide dahi konu ediliyor. Bu konuda Babıâlinin dahi tam bilgisi vardır. Harbin neticesinden kulunuz mu sorumlu olacağım ; kabul etmem” dedi. Tophane Müşiri Mahmud Paşa da “ Sâye-i şâhanenizde mühimmatımız var. Kulunuz mühimmat yetiştiririm” dedi.

Bunun üzerine efendimiz vükelâya (Bakanlara) : “Gidiniz ! Vezir Odasında tekrar müzakere ediniz. Bana neticeyi arz ediniz” deyu ferman buyurdular. Müzakerenin sonucunda Vükelânın kararı  :

Bu nâmus-ı devlet maddesidir. Böyle tekliflerde harp etmek için askerin kuvvetine bakılmaz. Bunda istitâ’at (güç-kuvvet-takat) aranmaz. Biz Anadolu’ya dört yüz atlı ile geldik. Yine dört yüz kişi kalıncaya kadar harb etmek lazımdır” cevabını efendimize arz ettiler.
Aman yâ Rabbi! Bu vükelâ denilen herifler meğer ne ahmak herifler imiş. Memleketin harabiyetine sebep olacaklar. [4]

(Haftaya İngiliz Murahhas Heyeti Reisi Lord Salisbury’nin uyarı mektubunu yayınlayacağım. Savaş sonunu nasıl öngörmüş , göz göre göre bu âkibete nasıl dûçar olmuşuz. )

 

 

 

[1] Kronik delilik

[2] Erkan , Davud, Eğinli Said Paşa’nın hatıratı , Bengi yy, ist -2011 sh : 109

[3] Erkan, Davud a.g.e.sh : 115

 

[4]Erkan, Davud, a.g.e sh : 114

ibrahimyildirim_99@hotmail.com


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —