15 Temmuz, Cumhuriyet tarihinin 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980, 28 Şubat 1997 gibi en önemli vakalarından birisidir.
15 Temmuz Devlete yapılan bir saldırı, milletin kutuplaştırılmasının bir planıdır.
15 Temmuz için,
Siyasi iktidarların verdiği tavizleri, oluşumların önünün açılmasını sorgulayabiliriz.
Bazı oluşumların devlet içinde yuvalanmalarını sorgulayabiliriz.
Darbe girişiminde ihmali olanları sorgulayabiliriz.
Haber aldıkları halde tedbir alınmamasını sorgulayabiliriz.
Sorgulama listesini de uzun uzun sıralayabiliriz.
Fakat bunların hepsini sorgulamak sadece iktidar muhalefet çekişmesinden ileri gitmez. Varsa bir sorgulanması gereken durum devlet erteler ama vazgeçmez. Yargı sorgular, hesabını da sorar. Fakat olayların verdiği mesajı iyi okumalı ders çıkarmalıyız.
Asıl mesele ocu bucu demeden 15 Temmuz Hain kalkışmanın ve geçmiş yıllarda 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980, 28 Şubat 1997 gibi darbe ve muhtıraların verdiği mesaj üzerinde durmak gerekir.
Öncelikle şunun altını çizelim 15 Temmuz kalkışması devlete bir saldırıydı. Yönetimi ele geçirme, hükümeti yıkma kalkışması değildi. Fetullah gülen üzerinden CIA’nın planladığı, CIA’nın Türkiye’de ki ayaklarıyla organize edilen 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980, 28 Şubat 1997 gibi rengi, fotoğrafı farkı Türkiye’nin ayağına takılan çelmelerden birisidir.
Türkiye’ye çizilen kader kalkınmayacak ama batmayacak ta. Çünkü kalkınırsa bölgenin lideri olur, batarsa da Ortadoğu’nun kilidi kırılır BOP projesi yürümez. Yalta konferansını iyi değerlendirmek lazım.
15 Temmuz FETÖ üzerinden CIA’nın planıyla yapılan devlete bir saldırıdır. Bu durumdan iktidarıyla muhalefetiyle siyasetin arka planda haberdar edilmiş olasılığı büyük.
İktidar ve muhalefette bir çok siyasi FETÖ ile irtibatlı olmasına rağmen, diyalog toplantılarını milletvekilleri, bakanlar organize etmesine rağmen, meclis kürsülerinde övmelerine rağmen, TV kanallarında itirafa varan sözleri olmasına rağmen hiçbir siyasi bu konuda sorgulanmadı, soruşturulmadı, soruşturma önergeleri reddedildi.
27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980, 28 Şubat 1997 ve 15 Temmuz 2016 renkleri farklı fotoğraflar farklı ama hedef hep aynı Türk devleti.
Bu duruma gelmesi de siyasilerin kendi ikballeri için bazı güçlerden imtiyaz almaları, bazı güçlere taviz vermelerinin sonucudur. Siyasiler aldıkları destek sonrası yapılanlara da sessiz kalma zorunluluğu ortaya çıkmaktadır.
Bazı güçlere verdikleri taviz, ve aldıkları imtiyaz sonuçta devlette adil yönetiminde de engel teşkil etmektedir. Taviz verdikleri güçler devlet içinde devlet olmaya başlıyor, gruplaşma ve kadrolaşma beraberinde geliyor. Devleti devlet aklıyla yönetmek yerine paşaların, aşiret reislerinin, hoca efendilerin selam ve tavsiyelerine mahkum yönetim başlıyor. Bir gün geliyor asıl yönetenlerin inisiyatifi dışında olaylar vuku buluyor.
Bu olaylar vuku bulduktan sonra iktidar muhalefet çekişmesi ve toplum kutuplaşması da beraberinde geliyor.
27 Mayıs 1960 İhtilalinin kutuplaştırıcı etkisi hala devam ediyor. Ha keza 12 Eylül 1980 ve 15 Temmuz 2016 kutuplaştırma toplum üstünde kara basan gibi duruyor. Bu durum iktidara ve muhalefete yarıyor gibi görünmesine rağmen millete ve devlete hiç yaramıyor.
27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980, 28 Şubat 1997 ve 15 Temmuz 2016 gibi zamanlardan alınacak ders ve verdiği mesaj ülkeyi yönetmeye talip siyasi kişi ve oluşumların iç ve dış mihraklardan yada güçlerden imtiyaz almaması ve taviz vermemesidir. İktidara gelen siyasi kişi ve partiler adaletten ayrılmamalı, kadrolaşma diye liyakatsiz insanlara yol vermemelidir. Paşa selamı, aşiret selamı, hoca efendi selamları yerine liyakate dayalı kadro oluşturmalı, şahsi fikirlere bakılmamalıdır. Sonra zararını devlet çekiyor, acısını millet çekiyor.
Bu vesileyle bir daha böyle acıların ve kara günlerin, gecelerin yaşanmaması dileğiyle gerçekten vatanı için şehit olanlara rahmet diler, gerçekten gazi olanlara da saygılarımı sunarım.
İstanbul
31.10.2024