Tarih: 08.03.2023 09:57

SENEDE BİR DEĞİL HER GÜN YİNEDE KADINLAR GÜNÜ KUTLU OLSUN

Facebook Twitter Linked-in

Akşam oldu işten eve yeni geldi, kapıyı çaldı, kadını kapıyı güler yüzle açtı.

* Selamalüküm aşkım diye güler yüzle selam verdi. Kadını da aynı muhabbetle selamı aldı.

Üzerini çıkardı, lavaboya elini yıkamaya geçti. Göz ucuyla mutfağa baktı, yemek sinesinde yemeğin ön hazırlığı yapılmış belliki adamı eve geldiği zaman fazla bekletmeden sofra serilip yemek yenecekti.

Yer sofrasında yenildiği için yemekler sini üzerinde hazırlanıyordu.

Kadını sofra bezini sererken, adam siniyi getirmek için mutfağa yöneldi.

Kadın; "Dur aşkım ben getiririm, yorgunsun zaten" dedi.

Adam; "Aşkım sen daha çok yoruluyorsun, karnımı doyuracaksın, hiç olmazsa emeğim geçsin" diye seslendi.

Kadın baktı; "Sen çalışıp getiriyorsun ki, karnımız doyuyor"

Adam; "Senin emeğin olmasa o para neye yarar, bu yemekte hiç lezzet olur mu?" Diyerek kadının yüzüne baktı, gülümsedi.

İşte bu yemekte her alınan lezzetin içinde muhabbet vardI, Sevgi vardi. Hani yüce Allah, "Erkeklerin kadınlar üzerinde haklari olduğu gibi, kadınında erkekler üzerinde hakkı vardir" diyor... Ne büyük adalet ne büyük muhabbet. Bilenler yaşar.....

 

Yazdığımız bu hikayenin Kadınlar dünü dolayısıyla Gazetemizin Sahibi ve yazarımız Mehmet Ceylan'ın “Ahmak Duygular” Kitabında yayınlanan bu yazı da aile yapısına katkı sağlayacağı için yayınlamayı uygun gördük.

KADIN HİZMETÇİ; ERKEK BANKAMATİK DEĞİLDİR

Aile yuvası binasının iki önemli direği karı ve kocadır. Karı ve kocanın birbirlerine karşı ciddi vazifeleri vardır. Bu vazifeler tam anlamıyla yerine getirilirse o yuva sağlam olur, daha sağlıklı ayakta durur.

İnsan hayatında eşitlik değil adalet vardır. Her bireyin gücü ve yaptıkları yaradılışı gereği bir değildir. 

Her insan öbürüyle aynı kiloda - aynı boyda değildir, her insan başkası ile aynı miktarı yiyemez, her insan başkasının kaldırdığı kiloyu kaldıramaz. O zaman insanı aç mı bırakacaksınız? Kaldıramadığı miktarı kaldıracak diye zorlayacak mısınız?

İşte kadın ve erkek de fiziki yapı olarak aynı olmadığı için adaletli olmak gerekir. Zaten yaradılış gereği görev ayırımı da yapılmıştır. Toplum bunu çok güzel bir yere oturtmuştur. İçişleri bakanı - dışişleri bakanı; burada, başbakan - cumhurbaşkanı yok.

Konum itibariyle eşit, uygulama olarak adalet sistemi içinde aile yuvası ayakta tutulur.

Karı - koca arasında uygulama sisteminde eşler arasında erkeğin görevi koruma ve kollama; kadının görevi ise toplama görevidir. Her iki taraf görevini tam anlamıyla yerine getirdiği zaman o aile yuvası uzun ömürlü ve daimi olur.

Eşlerin birbirlerini anlamaları, birbirlerine saygı duymaları, meşru zemin içinde her iki tarafın da yaptıkları işlerde anlayışlı olmaları, aile yuvasının gayesini idrak etmeleri halinde o aile yuvası hem bereketli olur, hem huzurlu olur hem de o yuvanın yaşı uzun olur.

Eşler birbirlerini zorunlu konumda görmemelidir. Kadın evin hizmetçisi; erkek de bankamatiği değildir. İşler de uygulamalar da planlamalar da birlikte yapılmalıdır. 

Aile yuvalarında, şu an iki yapı vardır. Biri eşlerin ikisinin de dışarıda çalıştığı yapı, diğeri de erkeğin dışarıda çalışıp kadının ev hanımı olarak yaşadığı yapı. Elbette ikisinin idari durumu farklıdır. 

Dışarıda çalışmayan, ev hanımı olan aile yapısında koca dışarıda çalışıp akşam eve geldiği zaman yemeğini bulamaz ise, sabah giderken kahvaltısını hazır görmüyorsa, kıyafetleri hazır olmuyorsa, sabah işe güler yüzle uğurlanmıyor, akşam karşılanmıyorsa o aile yuvasında sıkıntı vardır. Tabi, koca da her şeye atar yaparsa, ne kadar yorgun olursa olsun anlayışla karşılamadan, işin bir ucundan tutmadan esip gürlüyorsa, sabah güler yüzle evden çıkmıyor ve akşam eve eserli geliyorsa orada gene sıkıntı var demektir. Her iki taraf vazifesini yapıp anlayış ve saygı içinde sevgisini pekiştirirse sıkıntı olmaz; huzur olur. 

Eşlerin her ikisinin de dışarıda çalıştığı aile yuvalarında mutlaka iş paylaşımı olmalıdır. Eşler geldikleri saate göre ev işlerini paylaşmalıdır, kendilerine göre yapabilecekleri işin ucundan tutmalıdır. Kazançlarını mutlaka ortak bütçede toplamalıdırlar. O aile yuvasında huzur olur.

Çalışan eşlerde erkek eğer: “Yemek kadının işi, çamaşır kadının işi.” gibi tavırlar alırsa sıkıntı olur. Eşler: “Ben çalıştım, benim kazancım.” diye ortak bütçe yerine herkes parasını kendisine ayırırsa, sıkıntı olur. Özellikle çalışan kadın: “Bana ne! Evin geçimi erkektedir.” diyerek kazancını ayırırsa sıkıntı olur.

Eşler bir konuda tartıştıkları zaman bir taraf fedakarlık yapar, susar ve başka şeylerle meşgul olmaya başlarsa tartışma biter. 

Aile yuvasının kahramanları nasıl davranıyor bakalım isterseniz.

Kutsi ile Gülperi sağlam adımlarla bir evlilik yapmışlardı. Mutlu bir aile yuvaları var. Gülperi ev hanımı; Kutsi kendi işini yapıyor. 

Kutsi ile Gülperi birbirlerine oldukça saygılı davranıyorlar, günün her anında sevgilerini taze tutmasını biliyorlar. Gülperi sabah kalkar, mutlaka eşine kahvaltı hazırlar, eşini işe öyle uğurlar. Tabi bu alışkanlık Kutsi'nin de bir prensibiydi. Bekârlıkta bile arkadaşlarıyla yaşadıkları bekâr evinde sabah mutlaka kalkılır, sabah kahvaltısı yapılır, herkes gideceği yere giderdi. Kutsi prensibin evlendikten sonra da uygulanmasını istemişti.

Gülperi ve Kutsi sabah vedalarını - akşam kavuşmalarını bile sevgi dolu yaşar, gün içinde mutlaka haberleşirlerdi.

Kutsi evdeyken mutlaka salata yapmak, bir tabak taşımak, ekmek taşımak, çay hazırlamak gibi, bir şekilde Gülperi'ye yardım ederdi. Eşine: “Ben çalışıyorum sen akşama kadar evdesin.” demezdi. Eve geldiği zaman ilk işi yemeği sormak olmazdı. Hatta yemek gecikmiş olsa bile: “Akşama kadar ne yaptın? Niye yemek hazır değil?” diye sormazdı bile.

Tabi insanın olduğu yerde tartışma olurdu elbet ama bu tartışmalar hiç uzun sürmezdi. Onlar küslük nedir bilmezlerdi.

Gülperi de kocasına saygı duyar; olup olmadığını hep hesap eder, bir şey isteyecek bile olsa mümkün olup olmadığını düşünür, hiç bir şeyi, illa olacak diye diretmezdi.

Hayatın zikzakları içinde her haliyle bu mutlu aile yuvası uzun yıllar devam etti.

Bir de Selami ile Suzan'ın aile yuvalarına bakalım...

Selami ile Suzan aynı iş yerinde çalışan iki gençti. Birbirlerini tanıdılar evlenmeye karar verip aile yuvalarını kurdular. Evlendikten sonra Suzan işine devam etti. Fakat çiftler aynı kurumda çalışmalarına rağmen ayrı şubelere ayrılmışlardı. 

Gün geçtikçe Suzan için bu evlilik çekilmez hale gelmişti. 

Selami eşinin çalıştığını göz ardı edip akşam eve geldiği zaman her şeyi eşi Suzan'dan bekliyordu. Eşi Suzan'ı sanki evde oturan ev hanımı gibi görüp, eve geldiği zaman: "Yemek niye hazır değil?" diye hesap sormalardan ayaklarını uzatıp emrivaki isteklerine kadar rahat davranıyordu. Bu rahat davranma aile yuvasını malum sona erdirdi. 

Halbuki Suzan çok fazla bir şey istemiyordu. Selami eve geldiği zaman bir işin ucundan tutup eşinin çalışan bir kadın olduğunu düşünüp biraz anlayışlı ve saygılı olsa hiç sorun olmayacaktı. Suzan çok da anlayışlı kadındı. 

Jale ile Ali ne yapıyor bakalım... 

Jale ile Ali ortak arkadaşları vasıtasıyla tanışıp evlenmişlerdi. Her ikisi de çalışıyordu. Evlendikten sonra Jale işi bıraktı. Jale’nin gezmeyi - eğlenmeyi seven bir yapısı vardı. Ali de ondan geri kalmıyordu ama artık eski hayatları yoktu. Aile yuvasını geçindirmeleri gerekirdi. Ali bu durumun farkına varmış; ayağını daha denk basıyordu. Ama jale işin ehemmiyetini kavramamış ya da rahatını bozmak istemiyor ki tavırlarında aynıydı. 

Tabi evin masrafları ve Jale'nin özel hayatının masrafları derken Ali'nin kazancı yetmemeye başladı. Ali, Jale'ye biraz daha temkinli olmaları gerektiğini söylemesine rağmen, Jale hiç tınlamıyordu bile. Her gün para kavgaları başlamış, hatta Jale, Ali'ye hakarete varan sözler bile söylemeye başlamıştı. Jale, Ali'yi bankamatik olarak görüyor, kadının isteklerinin sonu gelmiyordu. Tabi bunun da bir sınırı vardı; o sınır da yıkıldı.

Ayaklar biraz sağlam bassaydı, yorgana göre uzatılsaydı, olanla idare edilseydi, Jale de boş gezmek yerine işine devam etseydi ve eşine destek olsaydı malum son yaşanmazdı... 




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —