İnsanlığın tarihi, insanın kurtuluşunu arama tarihidir, denebilir. İnsan kendisini çevreleyen baskıları yenmek için didinmiştir. Yaşama ve varlığını devam ettirme meyli, bütün canlılar gibi insanda da mevcuttur. İnsan açlıktan kurtulmak için toprakla savaşmış. Barınmak için canlı varlıklardan ve tabiattan istifade etmiş, varlığını korumaya ve neslini devam ettirmeye çalışmıştır. Bu bedenin kurtuluşu için gayret sarfetmek manasına gelir. Ancak insan ve cemiyet bedenden ibaret değildir. İnsanı temyiz eden ruhudur. İşte ahirete namzet olan varlığımızın da kurtarılması gerekir.

İnsan kurtuluşu bütün tarih boyunca aramıştır. Varlığını maddi ve manevi baskılardan kurtarmak gayesi insanın hedefi olmuştur. Kur' an bu hedefi şöyle belirtir: «Onlar korktuklarından emin ve umduklarına nail olmuşlardır.

Fakat insanoğlu nasıl kurtulabilir? 

Hangi yolu takip etmelidir? 

Tarih pek çok kurtarıcı ve kurtuluş doktrini ile doludur. Acaba gerçek kurtarıcı kimdir? 

Mao mu? Stalin mi? Lenin mi? Hitler mi? Mussolini mi? Marx mı? Hegel mi? Fichte mi? Campanella mı? Thomas Morus mü? Saint Augustinus mu? Saint Thomas D'Aguin mi? Aristo mu? Platon mu? Kimdir?

Acaba bugünün insanını, hangi sosyal sistem kurtarabilir?

Komünizm mi? Kapitalizm mi? Sosyalizm mi? Faşizm mi? Nasyonal Sosyalizm mi? Hangisidir?

Hastalığa yakalanan vücudun sıhhate kavuşması doktorun ve ilacın varlık sebebidir. İyileştireceğim diye ameliyat masasına yatırdığı hastayı öldüren doktor, katil değildir de nedir? İş te yukarıda isimleri zikredilen uydurma düzenler, ihtiva ettikleri hakikat ne nisbette olursa olsun, milletler için bu katil doktordan farklı değildir.

İnsan ve toplum, ancak kendi bünyelerine Allah tarafından vaz edilmiş kanunlara uyduğu nisbette kurtuluşa yaklaşır. Asırlardan beri ilerleyen ilimler, İslâm’ın 1400 sene evvel haber verdi gerçekler önünde eğilmektedir. İnsanlığın bugünkü ilmi seviyesi, Kur'anın işaret ettiği gerçeklerin çok cüzi bir kısmını idrak safhasına gelmiş bulunmaktadır. Şüphesiz ve kesinlikle söylemeliyiz ki, insanlığın kurtuluş güneşi İslam’ın huzurlu dünyasında doğmak üzeredir. İnsanlık bütün emperyalist sistemleri denemiş, tatmin olmamış ıstırapları dinmemiştir. Bütün dünya yeni ve gerçek bir kurtuluşun sancıları içindedir.

Ancak, ilim asrı olan zamanımızda 1400 sene, öncesinin fikirleri nasıl kurtuluş yolu olablir, diye soranlar bulunacaktır. İnsanlığın tarihini Hz. Adem’den, Hz. Musa'ya, Hz. Musa'dan Hz. İsa'ya ve Hz. İsa'dan Hz. Muhammed'e ve Hz. Muhammed'den dünyanın sonuna kadar devam eden zaman bölümleri içinde mütalâa edebiliriz. Bunlar Hz. Musa'dan önceki devirler, Hz. Musa'nın çağı, Hz. İsa'nın çağı ve Hz. Muhammedin çağı, yani son çağ olarak vasıflandırılabilir. Bu bölünüş şekline göre, insanlık son çağı, Hz. Muhammed'in çağını yaşıyor.

İslâm Allah'ın insanlığa seçtiği din olarak kesin bir değişmezlik ile beraber her coğrafyanın, ırkın ve çağın toplumunun bütün meselelerini çözen mahiyeti ile, gözleri kamaştıran bir yenilik ve tazelik içindedir.

İslam’ın değişmez, temel unsurları ve hayati kavrayan seyyal ve dinamik mahiyeti bilinmedikçe, zaman faktörüne körü körüne saplanma tehlikesi vardır. İslam’ın değişmez ve değiştirilemez özü nas ile sabittir. Bu sarih hükümler hiç bir suretle tebdil ve tağyir edilemez. Aksi halde İslam anlayışı bulanmış olur. Ve o anlayış bir İslam anlayışı olmaktan çıkar. Namazı İnkar Eden, örtünmeyi inkar eden, servetin adil taksimini kulak arkası eden adam, İslam anlayışından uzaklaşmış, Nassı inkâr etmiştir. İslâm inançta, ibadette, düşüncede, ahlâkla, tam ve kâmil tek sistem olarak, kendi mahiyet ve hususiyetlerini en açık şekilde ortaya koyar. Hangi asrın veya milletin İslam’i hayatı olursa olsun, bölge, örf, zaman, ırk ve tarih farkının tesir edemeyeceği bir değişmezlik vardır. Suyun sıvılığı, ateşin yakıcılığı nasıl su ve ateşi ayırt edici vasıf ise, İslam’ın değişmez prensipleri de İslam’ın mahiyetini ortaya koyar. Tevhid inancı, vahiy, risalet ve salim akıl ve selim hislere dayanmış düşünce, cihad v.s. gibi temel müesseseler İslam’ın değişmez özünü ortaya koyar

Her İslam toplumunun karşılaştığı meseleleri ise çözen müesseseler, İslam’ın seyyal, dinamik vechesini ortaya koyar. Bu sayededir ki, İslam farklı dil, örf, ve kanın bulunduğu kavimler üzerinde huzur verici saltanatına devam edebilmiştir. Ayrıca İslam alemi 1400 senelik tarihi içinde, büyük krizleri ve çöküntüleri de atlatacak güce sahip olduğunu göstermiştir. Kısa zamanda kurduğu harika medeniyet, yıldırım sürati ile inşa ettiği Hakkın hakimiyetini ilan eden büyük devletler, İslam’ın hakim olduğu cemiyetlerdeki üstün hayat gücünü gösterir

Bu güç tükenmiş değildir. Aksine zamanımız insanlığının hastalığını tedavi edecek büyük güç birikmektedir. İslam kendisinin bir paket, eğreti bir eşya veya kullanılacak bir meta olarak görülmesine şiddetle karşıdır. İslam insanda veya toplumda feyizli neticeleri ve kurtuluşu gerçekleştirmek için tam bir teslimiyet bekler. Bir bedende kalp göz, kol, beyin v.s. vücudun tam, düzenli ve düzgün olarak yaşamasına yarar. Eğer bu organlardan biri atılırsa, vücut aksar. İşte böyle, İslam’ın kati bölünmezliğini ve muhteşem ahengini bozacak her tercih, her ayırma İslam’da aranan kurtuluşu hediye etmez. İslâm bir cemiyete istihdam edilmek üzere değil, hükmetmek üzere gelir. Başka türlü değil.

İnsanlığın kurtuluş yolu İslam’ın toplumumuzu kurtarmasını istiyorsak, önce İslam’ı öğrenelim, ihlasla inanalım ve İslâm’a teslim olalım.