Bayrampaşa Belediyesi Önceki Dönem Meclis Başkan Vekili, İTO Meclis Üyesi Rasim Bilgehan, İTO’nun 2021 yılı Nisan ayı toplantısında konuştu.
Rasim Bilgehan konuşmasına emekli generallerin bildiri yayınlamasını kınayarak başladı. “Öncelikle bende geçtiğimiz hafta bir grup emekli amiralin gece yarısı yayınladığı bildiri konusunda görüşümüz çok açık. Bu yanlış işlere tevessül edenlere karşı Türkiye'de siyaseti, milletin iradesinin şekillendirdiğini hatırlatmak gerekir” dedi.
Rasim Bilgehan, konuyla ilgili yasal sürecin işlediğini belirterek; “Bundan sonrasını bağımsız mahkemeler karar verecek. Ama bilinmelidir ki, Türkiye Cumhuriyetini demokratik usul ve esaslardan döndürmeye kimsenin gücü yetmeyecektir. Daha önce denenen bu yanlış girişimlerin nasıl sonuçlandığını 15 Temmuz günü gördük. Dolayısıyla ülkemizin bu tür tartışma zeminlerine çekilmeye çalışılması yanlıştır. Bu millete vakit kaybettirir ve düşmanı sevindirir” diye konuştu.
Rasim Bilgehan, Ülkemizin gerçek gündemi ekonomi olduğunu, Türkiye yüksek kur yüksek enflasyon ve yüksek faiz kısır döngüsüne sıkışmış durumda olduğunun altını çizdi.
YÜKSEK FAİZ LİGİNDE OECD ŞAMPİYONLUĞUNU YAKALAMIŞ DURUMDAYIZ.
Bilgehan şöyle devam etti; “Geçtiğimiz ayda merkez bankası para politikası kurulu piyasalarında 100 baz puanlık faiz artışı beklentisinin ötesinde bir sıkılaşmaya giderek 200 baz puanlık faiz artışı yaptı. Politika faizini yani bir hafta vadede repo işlemlerinde uygulanan faiz oranını yüzde 19’a çıkardı. Bu karar ile Türkiye ekonomik işbirliği ve kalkınma örgütünün 36 ülkesi arasında en yüksek faize sahip olan ülke konumuna yükseldi. Böylece yüksek faiz liginde OECD şampiyonluğunu yakalamış durumdayız. Türkiye aynı seviyede olduğu Haiti'yi %17, Kongo %18.5 ve İran'ı %18 geçerek üst sıralara yerleşti.
Avrupa gibi ülkelerde ise faiz zaten sıfıra yakın ve eksi seviyelerde. Pandemi döneminde dünya genelinde merkez bankaları ekonomileri canlandırmak için parasal genişlemeye gitti ve bir çok ülkede faizler düşürüldü. Biz ise dünyanın en yüksek faizini veren ülkeler arasında yedinci sıradayız. Küresel sermayenin risk iştahını tatmin edebilmek için olağanüstü faiz ödüyoruz. Sürekli faiz artırarak bir yere varamayız.
MERKEZ BANKASI ENFLASYONU % 5’LERE DÜŞÜREMEDİ
Türkiye uzun yıllar faizi yüksek, kuru düşük tuttu. Bu durum piyasa jargonuyla yüksek faiz, düşük kur politikası olarak geçti. Bu politikaya karşın Merkez Bankası enflasyonu hiçbir zaman hedeflediği oran olan %5’lere düşüremedi. Yakın geçmişte bu kez faizi düşük tutarak kurun yükselmesini bir uygulama biçimi olarak benimsedi. Ne var ki bunun sonucunda öngörülemeyen bir enflasyon oranı ile karşılaştık.
MERKEZ BANKASI BAŞKANLARININ KISA SÜREDE DEĞİŞTİRİLMESİ
PİYASALARDA GÜVEN KAYBINA SEBEBİYET VERMEKTEDİR.
Bugün geldiğimiz noktada Türkiye faiz oranını ciddi şekilde yükseltmiş bulunuyor. Sadece faiz değil, kur da enflasyon da yüksektir. Ayrıca Merkez Bankası da Pandemi dolayısıyla rezervlerini büyük oranda kullanmış durumda. Bununla birlikte Merkez Bankası başkanlarının görev süreleri dolmadan kısa süreler içinde değiştirilmemeli. Değiştirilmeleri piyasalarda güven kaybına sebebiyet vermektedir. Elbette Merkez Bankası bağımsızlığı önemli bir kavram ancak bağımsızlık şemsiyesi altında ülke ekonomisini sıcak paraya ve finans sektörünün çıkarlarına bağımlı hale getirmekte kabul edilemez bir gerçektir.
Bir süredir enflasyonu konuşuyoruz ancak tartışma sürekli olarak enflasyonu düşürmenin faizleri artırmaktan geçtiği söylenmekte. Fakat ülkemizin enflasyon kompozisyonu, sal talep bazı şekilleniyor. Enflasyonun para politikası ile çözülmesi mümkün olmayan yapısal sebepleri var. Sıcak paracılık sadece palyatif bir tedbir bu yüzden etkili olması mümkün değil.
SICAK PARA EKONOMİSİ DIŞA BAĞIMLI HALE GETİRDİ
Daha açık olarak söylemek gerekirse dünyada ABD dolarının bol olduğu dönemlerde para politikası araçlarından sadece faizi kullanarak içeri çekilen sıcak para ekonomiyi dışa bağımlı hale getirdi. Sıcak para girişi azaldığında kur arttı, büyüme düştü ve cari açık sorununa kalıcı bir çözüm üretilmedi. Oysa söz konusu dönem Türkiye'nin pek çok yapısal sorunu çözmesi için inanılmaz fırsatlar sunmuştum. Maalesef bu fırsatlardan istifade edilemedi. Merkez Bankası'nın yüksek faizle sıcak parayı çekme odaklı politikasına dört elle sarılması doğru değil. Zira biz bu politikanın geçmiş uygulamalarının olumsuz sonuçlarını daha önce yaşadık. Ülke için hem ekonomik hem de siyasi olarak çok maliyetli olduğunu tecrübe ettik. Kur, faiz ve enflasyonun yukarı yönlü baskısı, ekonominin çarklarını yavaşlatacaktır. Görünen o ki siyasi irade de bu politikanın uzun vadeli olumsuz sonuçlar doğurmasının önüne geçmek için kısa vadeli riskleri göze almış görünüyor. Elbette Sayın Kavcıoğlu’nun işi zor, zira hem Pandeminin ekonomik olarak Merkez Bankası'nın üzerinde oluşturduğu yük, hem de devraldığı miras çok ağır. Çünkü politika faizinin %19 olmasına rağmen düşmeyen enflasyon ve bir türlü tersine dönmeyen dolarizasyon önümüzde duruyor. Geldiğimiz noktada para politikası üzerinden uygulanacak enflasyon ve kurları kontrol etme stratejilerinin ekonomide dinamizmin daha da bozulmasına neden olacağı unutulmamalıdır. Şeffaflığın ve güven tesisinin en hızlı ve etkili biçimde sağlanması, ekonominin istikrarı için elzemdir. Ekonomik birimlerin güveni ise belirsizliğin azaldığı, ekonomi politikalarının güçlü, şeffaf ve tutarlı olduğu durumda pozitif olmaktadır. Türkiye gibi dış finansman ihtiyacı nedeniyle kırılganlığı yüksek olan ülkelerde ülke riskinin azaltılması ve yatırım ikliminin elverişli hale getirilmesi için öncelikle güvenin tesis edilmesi lazım. Güven tesisi temel makro ekonomik politikaların öngörülebilirliğini artırmak mümkündür. Çünkü çok basit ve yalın bir anlatımla ekonomide arz ve talep kanunu çalışır. Yani tarafların arz ve talebin kesiştiği yerde fiyat oluşur ve bu nokta da gerçeklerle yüzleşmek kaçınılmazdır. Piyasada enflasyonu düşürmek için öncelikle kura baskı yapma yolu üzerinde duruyor. Zira kurlarla oynadıkça veya yükseldikçe döviz fiyatlarına bağlı mal ve hizmetlerin fiyatı da ona göre artmaya başlar. Mal ve hizmetlerin fiyatının artması önce üretici fiyatlarına ve daha sonra da biraz gecikmeli olarak tüketici fiyatlarına yansır. Enflasyon belası artınca önünü almak zorlaşır, ekonomide spekülatif işlemler öne çıkar, üretimden kaçılır, işsizlik yükselir, gelir dağılımı bozulur.
Kurları baskı altında tutmaya çalışmanın bir sınırı var. Zira bu ülkenin çok ciddi bir döviz ihtiyacı var. Bir yandan yatırım ve üretim malı ithalatı için dövize ihtiyaç var, bir yandan da kamu özel dış borç ödemeleri için dövize ihtiyaç var. Yani döviz talebinin düşmediği ve artmaya devam ettiği bir yapıda döviz arzını artırmadan fiyatlarını baskı da tutmak sonuç vermez.
Diğer taraftan dolar kurunun düşük veya yüksek olmasından ziyade sorun aşırı dalgalı olmasıdır. Piyasada herkes maliyetini kurun gördüğü en yüksek seviyede yapıyor. Bu da fiyatların yükselmesi, enflasyonun artması, dengelerin bozulması demektir. Öte yandan faiz gerçeği de bir başka konu faizleri düşürmek, olumlu yatırım iklimi oluşturmak için şarttır. Fakat bu da piyasa mekanizmasıyla olur. Enflasyon faizin yüksek olduğu yerden bireyler veya şirketler Türk lirasında kalmaz, dövizde geçerler, TL mevduat azalır ve bankaların kredi kaynağını olumsuz etkiler. Dolayısıyla özel sektörün yatırımlarını ve tüketim harcamalarını fonlama imkanı zorlaşır. Sonuç olarak ülkemizin ekonomik gücü, dinamik yapısı, büyüklüğü içinde bulunduğumuz bu durumu hak etmiyor. TL’nin gücünü ve itibarını en kısa zamanda sağlamalıyız. Ülke olarak potansiyelimiz bütün sorunları aşacak güçtedir. Yeter ki elimizdeki argümanları doğru kullanalım. İyi bir insan kaynağımız var. İstanbul Ticaret Odası sadece iş dünyasının temsilcileriyle değil, bu çatı altında çalışan arkadaşlarımızla da çok güçlüdür. Bizler İstanbul Ticaret Odası ailesi olarak; faiz - kur - enflasyon Merkez Bankası politikalarından bahsederken esasen tüm bunları bir araya getiren etkili önlemler sepetinizde ortaya koyabiliriz. Kamuoyunda ses getirecek raporlamalar hazırlayabiliriz. Bu imkan bizde var. Bunun yanında gerekirse Merkez Bankası başkanını odamıza davet edelim. Yeni başkanımızla buluşalım. Kendi derdimizi kendimiz söyleyelim, raporumuzu da sunalım”