Hatay'da yaşanan 3 depremle yıkıma uğrayan kentin yeniden ayağa kalkmasının yol haritasını belirlemek üzere koordinasyon toplantısı düzenlendi.
Belediye başkanları, milletvekilleri, belediye bürokratlarının katıldığı koordinasyon toplantısı ve sonrasındaki açıklamalar, İBB’nin Antakya’da 35 dönüm arazi üzerine konumlandırılan Afet Koordinasyon Merkezi’nde gerçekleştirildi.
“EN ÖNEMLİ İHTİYAÇ, ÇADIR”
Şu itibariyle bölgedeki en önemli ihtiyacın çadır olduğuna dikkat çeken İmamoğlu, şunları söyledi:
“İş birliğiyle çadır ihtiyacını karşılama konusunda yoğun bir gayret içerisinde olacağız. Şu ana kadar 4 bin 500’e yakın çadırı ya dağıttık ya kurduk ya depomuzda dağıtımını devam ettiriyor olacağız. Çadır sayısının, özellikle bütün belediyelerimizle birlikte 16 bine yakın bir sayıya ulaştığını da ifade etmek istiyorum. Aynı zamanda konteyner kurulumları da yürütüyoruz. 100’e yakın konteyneri bölgemizde hizmete sunduk. Halk Ekmek’inden Hamidiye Su’yuna, birçok gıda maddelerinden diğer hususlara kadar yoğun bir çalışma yürütüldü. Neredeyse günde 170 bin adet sıcak yemek dağıtımı yapılan bir kapasiteye ulaşıldı Hatay'da. Bağışlar, Türkiye'nin her yerinden, İstanbul başta olmak üzere yoğun bir biçimde yürütüldü ve yönetildi; buraya akıtıldı tabiri caizse. Ben, özellikle İstanbul'daki 14 belediyemize de bu anlamda ayrıca teşekkür etmek istiyorum. Tabii ihtiyaçların değiştiğini az önce yapılan sunumlarda gördük. Ve bu ihtiyaç değişimine göre; hijyen paketinin, iç çamaşırının, çadırla birlikte gıda yardımının sürdürülebilir bir şekilde devamını vatandaşlarımız istedi ve bu yönde aksiyon alacağız. Dostlarımızın, vatandaşlarımızın da ortaya koyacağı katkıları bu yönüyle değerlendirerek, bize sunmalarını mutlaka ve mutlaka istiyoruz.”
“1999’DAN DERS ÇIKARTAMADIK”
1999 depreminden bu yana bazı derslerin çıkarılmadığına vurgu yapan İmamoğlu, şöyle konuştu:
“Bir kısım hataları sürdürdüğümüzü, hatta bazı doğruların bile yapılmadığını, onu yerine yanlışların yapıldığını gözlemlemekteyiz. Ders çıkartmadığımız ve çok eksiğimiz olduğunu ve bunların da düzeltilmesinin şart olduğunu ifade etmek isterim. Devletimizin her kurumu, bizim kurumumuzdur. Aynen İstanbul Büyükşehir Belediyemizin, devletimizin bir kurumu olduğu gibi. Ve bütün halkımıza ait olduğu gibi. Ciddi bir biçimde bu süreci ele almalı ve özellikle yönetim anlayışımıza dair birtakım çareler üretmeyi, hep birlikte ortaya koymalıyız. Geçici barınma sorunları olduğunu biliyoruz. Ama kalıcı konutların ya da yeni kurulacak şehirlerin hayallerini ortaya koyma adına bir yöneticiliği, mutlaka bu marifeti ve bu kabiliyeti vatandaşlarımıza sunmak zorundayız. Yangından mal kaçırır gibi hareket edemeyiz. Yani bu dönemi bir ‘inşaat yapmak, yapı yapmak’ diye tanımladığımız anda, aslında hataları yapmaya başlamış oluruz. Ve her şeyi rant gibi bir malzeme biçimine dönüştürürsek de gerçekten insanı insan olmaktan, devleti devlet olmaktan uzaklaştırırız. Ülkemizi bu hastalıktan kurtarmak zorundayız. Bir kırılma anı yaşıyoruz. Kaderimizin, ortak aklın, iş birliğinin, uzmanlığın değerini bilerek iyi örülmesi şarttır. Aksi takdirde, bugün yaşadığımız acıları nesilden nesile yeniden yaşamaya devam ederiz. Ne bu topraklar bunu hak ediyor ne de insanlarımız bunu hak ediyor. Geleceğimizi, bilimsel ve katılımcı planlamayla, birlikte yönetim anlayışıyla, bilimsel bir organizasyon modeliyle kurmak zorundayız. 10 şehrimizin yaşadığı bu acıdan sonra, yeni bir geleceğe inşa ettiğimizde, belki de bu afette kaybettiğimiz canlara, o insanlara borcumuzu ödemiş oluruz.”