Gecenin sessizliği, demir parmaklıkların ardında, bir şehrin vicdanını dinleyen bir adama eşlik ediyordu. Tam kırk gündür buradaydı, yalanın ve iftiranın ördüğü bir ağın içinde. Bayrampaşa Belediye Başkanı Hasan Mutlu, gökyüzünün bile ona yabancılaştığı bu hücrede, dışarıda kalan her şeyi büyük bir özlemle hatırlıyordu.
Duvarda asılı olmayan bir takvime baktı, 40 gün... Koca bir ömür gibi. Oysa daha dün gibiydi, omuzlarına yüklediği umutlarla, aydınlık yarınlar sözüyle yola çıktığı günler. Şimdi, haksızlığın verdiği ağırlıkla, sadece kalbindeki sevgiyi ve dışarıda bıraktığı inanç dolu gözleri düşünüyordu.
Gözümde birikmiş kırk günlük keder,
Bu demir perde, ne ağır bir kader.
Bilirim, yalanın ömrü kısadır,
Halka hizmetti, tek ve büyük değer.
En çok da sesini, şehrin nabzını tutan o cesur kalemi özlüyordu. Gazeteci dostuna bir selam göndermek isterdi; "Dostum," derdi fısıltıyla, "o satırlarında yanan adalet ateşi, buradaki karanlığıma bile ışık oluyor. Kalemin hiç susmasın, hakkı söylemekten hiç vazgeçme. Senin gibi gazetecilerin varlığı, bu mücadelenin boşuna olmadığını gösteriyor." Ona duyduğu sevgi, bu soğuk dört duvarı bile ısıtıyordu.
Aklı, göreve geldikleri ilk günden beri yanında duran, gecesini gündüzüne katan, o yorgun ama azimli arkadaşlarına kaydı. Yola çıktıklarının içinde yalan, iftira ve ihanet eden oldu. Fakat yol arkadaşlarının yüzlerindeki fedakâr ifadeyi, en zor anlarda bile eksik etmedikleri o güven dolu bakışları hatırladı. "Sevgili yol arkadaşlarım," diye iç geçirdi, "şimdi ben içeride olabilirim ama sizin azminiz dışarıda Bayrampaşa'nın geleceğini inşa ediyor. Biliyorum, sizler benim emanetime en iyi şekilde sahip çıkıyorsunuz. Sizin temiz vicdanınız, benim en büyük avukatım. Size binlerce teşekkür."
Gözleri, kâğıt üzerindeki projelere takıldı. Onlar, bu yola çıkışının nedeniydi. "Miss Kafe"... Vatandaşın uygun fiyata, huzurla çayını yudumladığı, komşusuyla sohbet ettiği o sosyal tesisler. Çayın bile siyaset üstü bir lezzet taşıdığı o sıcak yuvalar. Ve "Yuvamız Bayrampaşa" kreşleri... Çocukların kahkahalarıyla şenlenen o minik binalar. Her bir kreş, geleceğe atılmış bir imza, annelerin yüzündeki tebessüm demekti. Yarım kalan her iş, vicdanında bir yük gibi oturuyordu.
Dışarıda bahar, burada hep güz,
Yüreğimde saklı, tutulmuş bir söz.
Vicdanım ak, yüzüm kara değil,
Bayrampaşa halkı, benden yana göz.
Ve elbette, omuz omuza yürüdüğü, dertleştiği, bazen bir bardak çayın etrafında geleceği planladığı, adlarını saymakla bitiremeyeceği dostları... Onların vefasını, bu zor günlerde bile arkasında dimdik duruşlarını hayal etti. Onların her bir mesajı, ona dünyanın en büyük moral desteğiydi. "Canım dostlarım," diye fısıldadı, "Biliyorum, sizler de bu iftiranın ne kadar büyük bir yara açtığını hissediyorsunuz. Ama bilin ki, dostluğunuzun sıcaklığı, bu soğuk hücrenin en güçlü panzehiri. Sizler, benim siperimsiniz, umudumun kaynağısınız."
Hasan Mutlu, pencereden görebildiği kadarıyla bile gökyüzüne baktı. Burnunda tüten bir ailesi vardı. Her zaman yanında dimdik duran laz kızını ve çocuklarının hasreti içine sızı veriyordu. Bir belediye başkanı olmaktan öte, bir baba, bir eş, bir dost, bir komşu olduğunu biliyordu. İçeride olması, hizmet aşkını bitiremezdi.
Gözlerini yumdu. O meşhur sözü fısıldadı: "Başım dik, alnım ak. Ne bir kuruşa tamah ettim, ne de bir haksızlığa izin verdim. Kırk gün değil, kırk asır da geçse, hakikat güneş gibi parlayacak."
Bu hücre, onun sonu değil, sadece kısa bir molasıydı. Dışarıdaki o güçlü inanç, o vefalı dostlar ve şehrin vicdanı, onun en büyük güvencesiydi. Hasan Mutlu gülümsedi. Özlem büyüktü ama inancı daha büyüktü. Ve biliyordu ki, o gün gelecek, o demir kapılar açılacak ve o, bıraktığı yerden, başı dik ve alnı ak bir şekilde şehrine geri dönecekti. Bu hikaye, henüz bitmemişti. Bu, sadece bir başlangıçtı.
Zincir vursanız da bu hür iradeye,
Yalan kar etmez ki, dürüst gayeye.
Er ya da geç doğar, adalet güneşi,
Bu zulüm son bulur, döner hikâye.
İstanbul
22.10.2025