Bol tartışmalı geçen Bayrampaşa Belediyesi Nisan ayı oturumunda son konuşmayı yapan İBB ve Bayrampaşa Belediyesi Meclis Üyesi, Bayrampaşa Belediye Başkan Yardımcısı Atilla Özen toplantıdaki tartışmaları toparlayan ve ders veren bir konuşmayla, tartışmalara son noktayı koydu.
Atilla Özen’in Konuşması tam metin:
Demokrasi tahammüller ve hoşgörü rejimidir. Özellikle kamu yönetiminde söz sahibi olan siyasilerin toplumsal barışı sağlayarak demokrasiyi güçlendirmek gibi sorumlulukları vardır. Toplumsal beklenti bu yöndedir.
Bir devlet sisteminin demokratik sayılabilmesinin ilk koşulu, egemenliğin kayıtsız şartsız millette ait oluşudur. Ancak 2019 Mahalli İdareler seçimlerinde başlayan “Kazansalar dahi Belediyeleri çalıştırmayacağız” anlayışının 2024 versiyonu olan “Şu Belediyeleri silkeleyin”e dönen, ardından suç soruşturması görünümü altında belediye başkanları ve meclis üyelerinin gözaltına alınıp tutuklanmasıyla halkın seçme ve seçilme hakkına yönelik müdahalelerle devam eden, egemenliğin kaynağı olan halkın iradesinin ses çıkarmasına karşı şehirde adeta bir Sıkıyönetime dönen cadde ve sokakların kapatılması, toplu ulaşım duraklarının sınırlanması, internet ve sosyal medyaya erişimin engellenmesi, Kişinin haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine serbestçe ulaşabilmesi, düşünce ve kanaatlerinden dolayı kınanmaması, bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi olan ve demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemde bulunan ifade hürriyetini sınırlayan uygulamaların toplumuzun vicdanında karşılık bulmadığını, yapılanların siyasi maksatlı olduğunu biliyoruz.
Yolsuzluk iddialarıyla ilgili bazı malum basın yayın organlarına yansıyan suçlamaları okudum ve dinledim. Söylenti, dedikodu, zanna dayalı, çoğu ihaleyi alamayanların beyanları şeklinde gerçekleşen, Ekrem başkanla da bağlantısı kurulamayan; Sayıştay ve Mülkiye Müfettişleri tarafından Belediyecilik mevzuatı nazara alınarak sürekli denetlenen Belediye yerine Savcılık tarafından bu isnatlara itibar edilip 16 milyon için hizmet eden bir Belediye Başkanının itibarının bu denli zedelenmeye çalışılması, özgürlüğünün kısıtlanması, çalışma ve şehrine hizmet etme olanağının ortadan kaldırılması; başta Anayasasının ihlali olmak üzere ülkemizin hukuk devleti ve demokrasisi açısından son derece yaralayıcıdır.
İleri demokrasi şiarıyla çıkılan siyaset yolunun geldiği durak, yargı eliyle had bildirme noktası olmamalıydı. Ülkeyi yöneten siyasetçilere düşen, iktidarlarının devamı için toplumu ayrıştıran dil ve tavırlar içerisine değil, toplumu birleştiren söylem ve eylemlerde bulunmalıdır.
Dünyanın en büyük metropollerden biri olan İstanbul’u yöneten bir Belediye Başkanının böylesi delilsiz, soyut ithamlarla suçlanarak, üstelik de bir çete gibi işlem görmesi, hiçbir akla mantığa dayandırılamaz.
Nitekim bir kısım medya organlarında adeta büyük bir yolsuzluk ve terör faaliyeti olarak zorlama yorumlarla toplum nezdinde siyasi bir algı yönetimi sağlanmaya çalışılsa da, toplumun geniş kesimleri yapılanın bir haksızlık, demokrasiye indirilmiş bir darbe olarak görüyor. Onun içindir ki günlerce Saraçhane önünde, evlerinde, işyerlerinde, yaşamın her alanında buna tepki gösterildi.
Hukuk tarihimizde buna benzer siyasi yargılamalara şahit olduk. Ancak tarih bu tür suçlamaların akıbetlerini hep sonuçsuz bıraktı.
Başta Ekrem Başkanımız olmak üzere Belediye başkanlarımıza yöneltilen suçlamaların basına yansıyan kısımlarına bakıyorum da, o kadar Ergenekon ve Balyoz dönemini yansıtıyor ki, inanılmaz. O karanlık dönemlerden hiç mi ders almadık. Yargısal faaliyet görünümü altında hukuk dışılığın başta yargı ve demokrasimiz olmak üzere Cumhuriyetimizin temel değerlerine nasıl zarar verdiğini ve uzun yıllar boyunca kapanmaz yaralar açtığını nasıl görmezden gelebiliriz.
Millete ve devlete kumpas kurulan Ergenekon ve Balyoz davaları sürecinde malum bir kısım medyada Çarşaf, Sakal gibi sözde eylem planlarıyla camiler bombalanacak, Oraj Hava Harekat Planıyla kendi jetimiz düşürülerek sıkıyönetim ilan edilecek, darbe yapılacak dendi durdu. Her gün medyada bunlar anlatıldı. Devletin kurumlarına sızıldı, kozmik odalarına girildi.
Sabıkalı mafya örgütü mensupları, terör örgütü üyeleri, akıl sağlığı sorunları yaşayanlar gibi gizli tanıkların ifadeleri esas alınarak yargılamalar yapıldı, tutuklama kararları verildi. Oysa uluslararası hukukta da yer aldığı üzere tek başına gizli tanık beyanları delil olarak değerlendirilemez.
Buna dayalı olarak sadece bu böyleyse, şu da şöyle olmuş gibi çıkarımlar yapılmakta. Bunlar tekrar edilmekle anlamlı bir sonuca dönüşmüyor. Hele ki tutuklama gibi kişi hürriyetini ortadan kaldıran koruma tedbiri için kuvvetli suç şüphesi olmuyor. Bu suçlamalarla bütün Belediye Başkanlarını gözaltına alır, tutuklarsınız.
Bu mesele sadece muhalefet için bir demokrasi sorunu olmamalıdır. Adaletin tesisi, kalkınmadan önce gelir. Demokratik bir hukuk devleti anlayışını hayata geçiremeyen ve adalete güveni tesis edemeyen ülkelerin, ekonomik yönden kalkınması da mümkün değildir diyen, yönetme ve siyaset yapma yetkisinin topluma ait bir hak, demokrasinin millete hizmet için yapılan bir yarış ve hoşgörü rejimi olduğunu, yönetime talip olanların eşit şartlarda yarışması gerektiğini söyleyip siyaset yoluna çıkanlar, iktidar olanlar, oylarıyla onlara bu zamana kadar destek verenler için de bir mesele olmalıdır ki haksızlığa karşı çıkış, toplumsal adalet sağlanabilsin.
Ülkemizde hukukun görünürde olduğu sözde bir demokrasi değil; gerçek anlamda kuvvetler ayrılığının olduğu, yargının tam bağımsız olduğu, temel hak ve özgürlüklerin özü zedelenmeksizin kullanılabildiği, çağdaş ve demokratik bir hukuk devleti olmamız gerekmektedir
Millete bir “kandırıldık” vakıası daha yaşatılmamalı. Yol yakınken hakikate yüzün dönülmesi gerekir. Demokrasi dışı hamlelerden uzak durulmalıdır. Milletin menfaati, iktidarın sürdürümünden çok daha önemlidir.
İstanbul
13.04.2025