Hasan Çavuş hapisten çıkan Çakırcalıyı tevkif etmek için bir bahane bulmuş ve yıllar önce yapılan bir hırsızlığı ona yükleyerek, onu elde edeceğine inanmıştı. Bu inançla Çakırcalının köyüne geldi, ama onu bulamayınca ailesine olmadık hakaretler ve eziyetlerde bulundu. Bu hareket bardağı taşıran son damlaydı. Bu cahil adamın yaptıkları yüzünden kos koca Ege Bölgesi on beş yılı aşkın bir süre kana boyanacak ve bini aşkın insanın yaşamını tüketmesine neden olacaktı. Birçok insanın yaşamını hapishane köşelerinde, pranga- zincirbent, kalebent ve kürek cezalarıyla geçirecekti. Evinden, bağından, çiftinden çubuğundan, ailelerinden uzak, sürgünlerde bitmek bilmeyen işkencelerle yaşamlar heba olacak ve köylüler eşkıya takipçilerinin elinde dayak işkence ve zulüm altında inim inim inleyecekti. 

On beş seneyi aşkın bir sure Ege bölgesini titreten Çakırcalı, eşkıyalık serüveni boyunca bir ölüm makinesi gibi çalışmıştı. Ancak bu süreçte fakir halkın sevgilisi, kahramanı, babası gibi görülmüş ve bir anlamda yılgın, ezilmiş, edilgin köylünün hak arayıcısı ve sözcüsü olmuş; bu yüzden köylüden her türlü desteği görmüştü. Ulaşabildiğimiz tüm resmi belgelerde ve dönemin basınında çıkan yazılarda, ayrıca Efenin yakınında bulunan kızanlarının ve takibinde bulunan subayların anılarında aynı düşünceler ifade edilmektedir. Özellikle anılarından çıkan sonuç, Çakırcalının yüreğinin iyi ve sevgi dolu olup yaptığı işi, yani eşkıyalığı, adam öldürmeyi sevmediğidir. O adam öldürmek, soymak, eşkıyalık yapmak zorunda bırakılmıştı…

İzmir hapishanesinden tahliye olan Mehmet, kendisini yetiştiren, babasının en önemli dostu ve yatağı Hacı Eşkıya 'ya haber göndererek dağa çıktığını, eşkıya olup intikam alacağını, bu yüzden gerekli malzeme ve paranın sağlanmasını istedi... Hacı Eşkıya da, Çakırcalı Ahmet'in eski destekçileri olan Ödemiş, Salihli ve Alaşehir’in büyük ağaları ve eşrafı olan Halil Bey, Kamil Ağa ve Tevfik Bey'e haber göndererek Çakırcalının dağa çıktığını, "ihtiyacının" giderilmesini istedi. Bölgeyi kontrol edebilmek için her zaman eşkıya besleyen Ödemiş, Salihli ve Alaşehir’in "saygın" kişileri genç efeye;  ellişer altın ve bu paraya ek olarak silah ve cephane de gönderdiler. Halil Bey yazdığı mektupta "Efe, biz burada dururken sen hiç çekinme. Bir elin İzmir’de, bir elin Ödemiş’te, bir elin İstanbul’da padişahın sarayında demektir" diyordu. 

"Dağların Kralı" olacak Çakırcalı hemen yatak bulmak zorundaydı.

Hacı Eşkıya, Çakırcalı dağa çıkarken hemen eski tanıdıkları olan Yörük Obalarına ve beylerine haber uçurdu: "Bizim uşak varıyor, amanın mukayyet olun". Gerçekten de Beşparmak dağlarına ulaşır ulaşmaz, Yörükler onları karşıladı ve bölgedeki göçebe Türkmenlerin en saygılı ağası olan Veli Mehmet'e getirdiler. Veli Mehmet ise Çakırcalı ‘yakorkmaması gerektiğini, her türlü ihtiyacının obasınca karşılanacağını ve bütün akrabalarına haber gönderdiğini, hepsinin ona yardım edeceğini söyledi. Ağa Çakırcalı 'ya bir de öğüt verdi:

“Eşkıya demek, yatak demektir. Yatağını belli eden eşkıya yaşamaz. Bura senin baş yatağın. Bir daha buraya ayak basmayacaksın... Baban öldü gitti, onun dostu kim, yatağı kim, kimse bilmedi. Esas yataklarını kimse, Allah 'tan başka kimse bilmeyecek. 0 kadar çok yatağın olacak ki, ikinci, üçüncü dördüncü derece yatağın, esas yatağın kim, herkes, hükumet birbirine karışacak. Bu oba senin. Başın sıkışınca sana ulaşır. Yüreğine şüphe düşmesin. 

Göçebe Türkmenler niçin eşkıya yatağı olurlar? Bunun yanıtı ise çok basit. Sarp kayalıklarla çevrili ormanlarla bütünleşmiş ıssız yerleşim birimlerinde yaşayan ve geçimlerini bu coğrafyadan sağlayan izole” topluluklar olan çobanlar, dağların silahlı sahipleriyle uzlaşmak, güç yaşamı paylaşmak zorundadırlar. Göçebenin dağda eşkıyası olmazsa, bir kanadı kırık demektir. Göçebe eşkıyasını çok tutar. Obanın şayet eşkıyası olmazsa bir adi “çalıkakıcı”  gelir, obayı soyar, soğana çevirir ve belki de öldürür. İşte Çakırcalı eşkıyalığa çıktığında bir anlamda yatakları da hazır sayılırdı.  

HACI EŞKİYA, ÇAKIRCALIYA REHBERLİK ETTİ 

Hacı Eşkıya, işe atıcılık talimi ile başlamıştı. 

"Atıcılık Allah vergisi değildir. El alışkanlığıdır. Bu mereti elinden bir dakka eksik etmeyeceksin. Ben bir ay bile atsam bunu elimden, iş değişir, vuramam. Yüze inip de, yeniden dağa çıkmış eşkıyaların hemencecik avlanmaları sırf bunun yüzündendir. Sen hiç üzülme, canını sıkma. Sen iyi bir nişancı olursun.  Nişancılık bir de beden gücüne bakar. Sen çelik gibisin. Sağlamsın. Carını sıkma. Haydi,al tüfeğini de ateş et. Ha bire ateş et." 
Bu talimlerin neticesinde Çakırcalı Mehmet Efe’nin geldiği noktayı görelim:

Efe, Milaslı Feyzullah Ağa'yı ziyaret etmek üzere konaklara varmış, ağaya misafir kalmıştı. Feyzullah Ağa, çok mert ve aynı zamanda yiğit bir adamdı. Şen şakrak, sözü sohbeti dinlenir biriydi. Öğle yemeğinden sonra kahveler içilirken ağa gülmüş, 

- Efe, bugün seninle nişan talimi yapacağız, bakalım kim üstün gelecek? demişti.

Şimdi burada hadise mahallinde hazır bulunan Milaslı İsmail Süvarioğlu'nu dinleyeceğiz: 

"Çakırcalı Mehmet Efe, ağanın teklifine gülmüş ve 

- Öyle ise bahçeye çıkalım ve asma çardağın altına inelim,”demişti. 

Hep beraber konağın bahçesine indik ve üzüm çardağının altına serilen halıların üzerine oturduk. Efe, ağanın nişancı olduğunu biliyordu. Feyzullah Ağa bedeli Hasan'a şu emri verdi: 

- Hasan, şu fincanı sapından bir sicim ile ilerideki erik ağacına bağla da sarksın! 

Bedel Hasan koştu, fincanı sicim vasıtasıyla sallandırdı. Feyzullah Ağa ilk mermiyi attı, fincan parça parça olmuştu. Ağa efeye döndü ve gülerek: 

- Nasıl efe, beğendin mi? dedi. 

- Ağa bir defa daha at bakalım! 

Feyzullah Ağa ikinci mermiyi de patlattı, ikinci fincan da paramparça olmuştu. Efe ağaya yine 

- Aferin ağa, bir daha at bakalım üç olsun! demişti. 

Ağa üçüncü fincanı da parçalayınca kahkahaları salmıştı. Keyfine diyecek yoktu. Bedel Hasan bu defa dördüncü fincanı kendiliğinden ipe bağlamıştı. Dördüncü fincan da erik ağacının dalında sallanmaya başlamıştı. Efe gülerek son teklifini yapmıştı: 

- Ağa, bu defa da ipe at bakalım! 

Feyzullah Ağa aczini itiraf etmiş ve eliyle işaretler yaparak 

- Eee efe, o kadar ileri gidemem, bu defa ağır bastın!demişti. 

Bunun üzerine efe kucağındaki gümüş bilezikli martiniyi doğrulttu, ateş etmesiyle fincanın ipinin ortadan kopması bir oldu. Fincanın olduğu gibi yere düşmesiyle, Feyzullah Ağa heyecanlanmış ve şöyle bağırmıştı: 

- Yaşa be efe, nişancı dediğin işte böyle olur!

 

EFE ZALİM VE GADDAR MUSTAFA AĞAYI SOYUYOR

Çakırcalı:

"Şöyle bir şey düşündüm. Bu yanlarda çok kötü, fakir fukaraya zulmeden bir ağa var mı? En çok zulmeden. Fakir fukaranın elinden elaman dediği..."

Hacı:

"Var," dedi. "Var ama o da kolay kolay yenmez bir adam.  Mustafa Ağa var. Büyük Ceridin yatağı. Babanın da düşmanı. Bekçileri, kızanları var kapısında. Katilleri korur. Çamlıcalıyıkorur. Fakir fukara da ta buradan Ödemişe, Ödemişten Aydına kadar ona düşman. Kolay kolay yenmez bir adam. Çiftliği de düzde."

Efe, Hacı Eşkıya ve kızanlarıyla Mustafa Ağa’nın konağını basmış, evindeki 1300 altının tamamına el koymuştu; Hacı’yaaltınları saydırdı. Hacı tekrar altınları döktü saydı. Bin üç yüz lira tamamdı. Hepsini torbalara doldurdu. Memed:

"Hacı," dedi, "yüzünü Ağaya geri ver. Belki bugünlerde bir haceti vardır." Hacı gönülsüz gönülsüz yüz altım yeniden saydı, ortaya koydu. Çıktı gitti. Memed:

"Ağa," dedi, "senin için çok akıllı adam derlerdi de... Gerçekten akıllıymışsın. Keşki senin gibi dostum olaydı. Kusura kalma para için, biz daha yeni eşkıyayız. Para gerekti."

Ağa taş kesilmiş ağzını açmıyordu. Çakırcalı:

"Sağlıcakla kal," dedi, çıktı. Hacı kapıda bekliyordu. Avlu duvarını atlayıp, mezarlığa düştüler.

 

EFE YOKSULLARA SOYGUNDAN ALDIĞI ALTINI DAĞITIYOR!

"Büyük bir düşman kazandık Hacı! Büyük bir dost tutmalıyız. Daha büyük. Haşan Çavuşu haklamadan önce..."

"Anladım Efem."

"Öyleyse Hacı, şu yukarıki köyün yolunu tutalım gün batanca. Ne köyü o, Hacı?"

"Bilmem Efem. Hiç gitmedim."

"Bundan sonra bu köyler bizim at oynağımız olacak Hacı!"

Gün batarken ayağa kalktılar, kuşandılar, yola düştüler. 

Köye girerken karşılarından yaşlı bir adam geldi. Durdular.Çakırcalı:

"Ben Çakırcalı Ahmed Efenin oğlu, Çakırcalı MemedEfeyim," dedi. "Kâhyanın evini göster."

Adam "Çakırcalı" adını duyunca irkildi. Önlerine düştü,  Muhtarın evine götürdü. Muhtar şaşırarak onları karşıladı.

"Ben Çakırcalıyım."

Muhtar telaşla:

"Buyur Efem! Hoş geldin Efem, Ahmed Efemizin oğlu... Efemiz öldükten sonra, ağalar, beyler, efeler, çalıkakıcılarkan kusturdu bize. Seni duyunca sevindik..."

Bir yandan onlara döşek, kilim, yastık düzeltirken, bir yandan konuşuyordu. Oturdular. Karşılarına geçti.

"Gazan mübarek olsun. O gâvura ettiğini duyduk. Tüm köylü bayram etti. Ahmed Efemiz gitti ama yeri boş kalmadı, dedik."

Kahveler yemekler geldi. Sonra gene kahveler geldi. Muhtar:

"Efemin bir emri mi var? Bir haceti mi var? Köyün dışına bizim uşakları gözcü gönderdim. Yüreğinize bir şey gelmesin. Bir çıtırtı olsa gelir haber verirler. Efemin bir emri mi var?"

Çakırcalı konuştu.

"Ağa," dedi, "köyde ne kadar nişanlı, ne kadar gelinlik fukara kız var? Ne kadar nişanlı delikanlı var fukaralıktan evlenememiş? Onları isterim senden."

Muhtarın etekleri zil çalıyordu.

"Baş üstüne Efem, baş üstüne. Sağ ol Efem! Ahmed Efem de böyleydi."

Köylülerden birisiyle kendi karısını çağırdı:

"Mahmud gel. Hatçe, sen de gel. Sarı Alinin kızı bir, Osman’ın iki... Ayşe’nin Veli bir, Yemenli Durmuşun oğlu iki..."

"Delice Efenin oğlunu unuttun. Onun neyi var ki?"Muhtar:

"Yaa," dedi. "Unuttum. Efem, on dört fukara kız yedi de fukara delikanlı. Yokluktan bekler dururlar. Muratlarını bekler dururlar. Elin yeşillenecek..." Çakırcalı:

"Gelsinler."

Yarım saat içinde on dört kız tamam oldu. Yedi de delikanlı. Efe Hacmin kulağına eğildi. Fısıldadı:

"Önce kızlara, onar altın..."

Hacı’nın elleri titredi. Ayağa kalktı. Efe başını kaldırıp da bir kere olsun karşısında dikilip kalmış kızlara bakmadı. Hacı torbalardan birini kuburundan çekti, ağzını açtı.

"Bu sizin çeyizliğiniz kızlarım. Efem böyle münasip görmüş. Efe demek baba demek..."

On dört kızın avucuna teker teker saydı. Bir, iki, üç, dört... 

Bir zaman ortalıkta yalnız altın sesi duyuldu. Sonra kızlar çıktılar. Efe, Hacıya:

"Söyle de delikanlılar otursunlar. Kusura kalmasınlar. Hediyemiz onlara layık değil ya, kusura kalmasınlar."Hacı:

"Efe oturmanızı istiyor."

Efe gene Hacı’nın kulağına eğildi:

"Oturduktan, sohbet ettikten sonra, on beşer, on beşer dışarda ceplerine koyarsın. Olur mu?"

"Anladım Efem."

Sohbet başladı. Şikâyetler başladı. Hükümetten, tahsildardan, zaptiyeden çektiklerini bir bir anlatmaya başladılar. Mehmedsusmuş, taş gibi kıpırdamadan dinliyordu. Köylüler geldiler. Başka köylüler... Söylediler.

Sonra Hacı bir işaret yaptı. Delikanlılar dışarı çıktılar. Hacı her birinin cebine usulca paraları koydu.

"Haydi, uğurlu kademli olsun!"

Köy canlanmıştı. Köy bir inip, bir kalkıyordu. Her evden  bir gülüş, bir ses geliyordu. Evden eve gidip gelmeler, Efe üstüne konuşmalar. Görenler görmeyenlere Efeyi tarif ediyorlar, çok meraklılar, görmek için Muhtarın evine girmeye can atıyorlardı. Efe:

"Tamam mı Hacı?"

"Tamam Efem."

"Bir aptes alıp, namaz kılmalıyım."

Hacı şaşırdı. Şimdiye kadar Çakırcalının ağzından namaz niyaz lafı bir kere olsun işitilmemişti. Sonra düşündü. "Vay yezit vay!" geçti içinden. "Bu oğlan altüst edecek ortalığı."Seslendi:

"Efeme bir ibrik getirin. Namazı kazaya kaldı."

Çakırcalı aptes aldı, namaza durdu. Hacı inceden inceye onun namaz kılışını seyrediyordu. Memed namazı erkânınca, yolunca kılıyordu. Vay anasını! Herifçioğlu kırk yıllık imam sanki. Sağma soluna selam verdikten sonra birden ayağa kalkıp kuşanmaya başladı. Hacının kulağına eğildi:

"Hacı," dedi, "bir kılavuz al buradan öteki köylere. Beş altı gün içinde bitirmeliyiz işimizi."

Gece yarısından bir saat önce yola düştüler. Beş altı gün içinde on iki kadar köy dolaştılar. Genç kızları donattılar. Delikanlılara başlık verdiler. Hastalara ilaç parası, yoksullara ekmek.

Yedinci günün akşamı Beşparmak dağının Aydın’a bakan yamacındaydılar. Efe sordu:

"Ne kadar kaldı, Hacı?"

"Yetmiş sarı, Efem. Bir şey kalmadı. Ne yapacağız şimdi? Bu kadar az para ile dolaşılır mı?"

"Aldırma Hacı, bir Mustafa Ağa daha bulunur."

"Bulunur mu Efem?"

"Dünya Mustafa Ağalarla dolu.

"Ama zor, belalı iş. Bir Mustafa Ağa, iki Mustafa, on Mustafa Ağa... Altından zor kalkarız. Düşman zor gelir."Çakırcalı gülümsedi:

"Ama bir Mustafa Ağaya on köy... El mi yaman, bey mi?"Hacı:

“El..." diye ağzını açarken, Memed öyle bir hışımla baktı ki sözü ağzında kaldı. Çok ileri gittiğini anladı. "Efem bilir," diye kesti attı.

Çakırcalının nişanlı fukara kızlara çeyiz, yoksullara yardım yapışı on iki köyden taşmış, bir sevinç yeli gibi eteklerden Aydın ovasına, Ödemişe, Karıncalının Yörüklerine, ta İzmir’e kadar ulaşmıştı. Son yıllarda böyle davranan ilk efeydi Çakırcalı. 

Namaz kıldığı, bir evliya olduğu, ona kurşun geçmediği de bununla birlikte ortalığa yayıldı. Bundan sonra, Çakırcalı adına eşkıyalık yapan dokuz Arnavut’u diri diri yakışı da ortalığı allak bullak etmiş, dört bir yana korku salmıştı.

Çakırcalı çeyiz meselesinin, dokuz Arnavut’un, namazın, halk arasında yaptığı tepkiyi günü gününe haber alıyor, kendini, etrafını yokluyordu.

ÇAKIRCALI BABASININ İNTİKAMINI ALIYOR!

Şimdi sıra babasının katili, anasını tahkir eden Hasan Çavuştan intikamını almaya gelmişti. Ödemiş'in iki bucağının kavşağında bulunan Kaymakçı köyü ile civarından hiç ayrılmıyordu. Çünkü hükümet kuvvetleri bu iki nahiyeden birine gitmek ve yahut nahiyelerden Ödemiş'e dönmek isterlerse buradan geçmek zorundaydılar, başka bir yol yoktu. Çakırcalı Ahmet'in bu köyde dostları çoktu, işte oğlu Mehmet de bu baba dostlarından istifade etmeliydi. O da bu fırsatı kaçırmamış, ahbaplarıyla mutabık kalmıştı. Tuzak kurulmuştu. Hasan Çavuş ve müfrezesi köye gelirse derhal kendisine malumat vereceklerdi. 

Bir cuma günü idi, ertesi günü Ödemiş'in pazarı olduğundan hükümet kuvvetleri Keles (Kiraz) nahiyesinden Ödemiş'e dönüyorlardı. Müfrezede bulunan zaptiyeler yaya, mülazım Hüsnü Bey ile Hasan Çavuş atlıydılar. Keles'ten geç hareket ettikleri için akşama doğru, Eselli köyü altında Arabın İsmail adındaki şahsın incir bahçesine varmışlar, orada misafir kalmışlardı. İsmail gelen müfrezeyi yemeklemişti. Kahveler içilmiş, gece de saat onu bulmuştu. Köylülerden biri Hasan Çavuş ile arkadaşlarının Arabın İsmail'in bahçesinde olduklarını efeye haber vermişti. Çakırca da çetesi ile koşarak Arabın İsmail'in bahçesine gelmiş, İsmail'i bahçesinin bir köşesine çekip sormuştu: 

- İsmail hanayda kimler var? 

Arabın İsmail şaşırmış, ellerini ovuşturarak, 

- Zaptiyeler var efe! demişti. 

- İçlerinde Hasan Çavuş var mı? 

- Var efe! 

Efeler karanlıkta bir incir ağacının altına serilen hasırların üzerine oturmuşlar, Arabın İsmail onları da doyurmuştu. Çakırcalı Mehmet Efe hem yemek yiyor, hem de Hasan Çavuş ile mülazım Hüsnü Bey'in muhabbetlerini oturduğu yerden dinliyordu. Kuleyi çevirip Hasan Çavuş'u öldürmek istemişti, lakin bahçe sahibi İsmail, efenin ayaklarına kapanmış, bu cinayet kendi bahçesinde işlenirse, hükümetin onu perişan edeceğini söyleyerek bu işin başka bir mahalde yapılmasını istemiş, ağlayarak yalvarmıştı. Efe, İsmail'in ricasını kabul etmiş, sabaha karşı kalkıp Kaymakçı mezarlığında pususunu kurmuştu. Sabah olmuş, müfreze kahvaltısını yapmış, mülazım ile Hasan Çavuş hayvanlarını hazırlatırken zaptiyeler de hazırlanmışlardı. Mülazım ile Hasan Çavuş'a hitaben İsmail (Hasan Çavuşa acıdığından): 

- Beyim bugün Ödemiş pazarı, Kaymakçı yolu kalabalık olur, bahçe arasından gitseniz daha iyi olur, demişti. Hasan Çavuş da İsmail'e şöyle demişti: 

- Bahçeler arası uzundur İsmail, sonra sıcağa kalırız çabuk gidelim. 

Zaptiyelere izin verilmişti ve onlar önceden hareket etmişlerdi. Mülazım Hüsnü Bey ile Hasan Çavuş gerideydiler. ÇünküHasan Çavuş, Çakırca'nın köyü Ayasuluk buraya yakın olduğu için bu yoldan geçerken daima ihtiyati hareket ederdi. Bu korkusunu Hüsnü Bey'e sezdirmemek için ona: 

- Piyadeleri bırakalım gitsinler, biz de arkadan yavaş yavaş gideriz, demişti. Hüsnü Bey bu sözü uygun bulmuş, piyadelere önceden hareket emri verilmiş, Hüsnü Bey ile Hasan Çavuş da arkadan yola çıkmışlardı. Hasan Çavuş aklı sıra bir pusuya düşerlerse, önde giden piyadelere yaylım ateş açılması halinde kendisi geride kaldığından kurtulmuş olacağını düşünüyordu. Bu ihtimal onu böyle ihtiyatlı davranmaya sevk etmişti. Fakat Çakırca'nın oğlu piyadelere ateş açmadı, onları martininin önünden geçirdi. Biraz sonra arkadan evvela mülazım Hüsnü Bey göründü, Çakırcalı ona da bir şey demedi. Sıra Hasan Çavuş'a gelince tetikler inmiş, çıkan kurşunlardan biri Hasan Çavuş'un sağ kulağından girip sol kulağından çıkmış, kafatasını dağıtmıştı. 

Atılan bu silah sesleri üzerine, Hüsnü Bey silahların geldiği tarafa dönüp mezarlığı tarassut ederken, bindiği at çok cesur olduğundan, alışkanlık hasebiyle derhal at ateşin geldiği tarafa doğru şahlanmaya başlamış, o zaman Hüsnü Bey şöyle bir ses işitmişti: 

- Gelme Hüsnü Bey, sana zararım dokunmasın! 

Hüsnü Bey ise hayvanı zaptedemiyor, kendini yere atmak istiyorsa da ona da muvaffak olamıyordu. Atın durmadan şahlanması ve mezarlık kesiğine doğru dönüp yürümesinden efeler kuşkulanmışlar, hiç olmazsa hayvanı öldürelim diye silahlarını boşaltmışlardı. Çobanın attığı bir kurşun hayvanın eğerine rastlamış, oradan da Hüsnü Bey'in vücuduna girmişti. Hüsnü Bey at üstünde olduğu için, zeybeklerin attığı kurşun aşağıdan yukarı gitmiş, Hüsnü Bey'in kalça kemiğini parçalayarak göbeğinden çıkmıştı. Bundan sonra zeybekler silahlarını havaya boşaltarak dan dun gürültüleriyle dağ yukarı gitmişlerdi. Hüsnü Bey can acısıyla kendini hendeğe atmış ve çok kan zayi etmişti. Kaymakçı halkı hadiseyi hükümete haber vermişti. Gelen Doktor, Hüsnü Bey'in yarasını sarmış ve köyden tedarik edilen iki kağnı arabasıyla Hüsnü Bey Ödemiş memleket hastanesine kaldırılmıştı. Hasan Çavuş'un cesedi de hastanede yıkanmış, Emmioğlu mezarlığına defnedilmişti. Mülazım Hüsnü Bey'in gerek ağabeyi Rüstem Bey'in, gerekse dayısı Arap Mustafa Çavuş'un vaktiyle Hüsnü Bey'e şu nasihati verdikleri söylenir: 

- Oğlum Hüsnü, Çakırca'nın oğlu kancıktır, şakaya gelmez. Dikkat et, seni bir pusuya düşürmesin. 

Hüsnü Bey hastaneye kendisini ziyarete geldiği zaman dayısına: 

- Dayı sen bana vaktiyle söylemiştin, lakin ben Çakırcalı'nın oğlunun bu kadar kahpecesine hareket edeceğini hiç tahmin etmemiştim. Ben de Hasan Çavuş'un narına yandım! demişti. 

Çakırcalı Mehmet Efe, mülazım Hüsnü Bey belki sağdır, kendini pusuya atmıştır kanaatine vardığı için Hasan Çavuş'un naaşı yanına gelip babasının gümüş saplı martinini alamadığına hayatı boyunca üzülmüştür. 

Mülazım Hüsnü Bey de hastanede iki gün sonra ruhunu teslim etmişti. Söylentilere göre Hüsnü Bey hakikaten bir askerdi ve çok cesurdu. Babası Maralı zaptiye ağası Uzun Hasan'dı. Büyük kardeşi Binbaşı Rüstem Bey'dir. Kayınpederi de Pomak Hacı yüzbaşıdır. Dayısı Arap Mustafa ise Birgi'nin çavuşuydu. Mukadderata ne denir! 

Hasan Çavuş'un böyle pek feci bir suretle öldürülmesiyle muhiti ona şu aşağıda metnini yazdığımız türküyü yakmıştır. Bu türkü bu havali sakinleri arasında şayidir: 

Kaymakçı'dan çıktım başım da selamet 

İki mezar arasında koptu kıyamet 

Beni vuranı sorarsan Çakırca Mehmet 

Ağlama Zeynebim, ağlama ne gelir elden 

Benim çektiklerim kendi dilimden 

**

Kaymakçı'nın yolları demirden de sert 

Yola da çıkınca kişnedi kır at 

Çakırca'nın oğlu görmesin murad

Ağlama Zeynebim, ağlama ne gelir elden 

Benim çektiklerim kendi dilimden 

Hasan Çavuş'un iki karısı vardı, büyüğünün adı Zeynep’ti, o da Boşnak’tı. İkinci karısı Emine'yi çavuş olduktan sonra almıştı, o Türk’tü. Zeynep ile Hasan Çavuş'un her ikisi uzun boylu idiler, Hasan Çavuş Ödemiş'in Meşrutiyet mahallesinde, Çapacı sokağındaki on üç numaralı evi kendi yaptırmıştı. Hasan Çavuş'un her iki karısından da hiç çocuğu olmamıştır. Çakırcalı Mehmet Efe, Hasan Çavuş dramı da böylece kapanmıştır.

 


BAYRAMPAŞA'DAKİ PARKLARDA BAHAR TEMİZLİĞİ VE BAKIM ÇALIŞMASI YAPILIYOR

DİŞ AĞRISI NASIL GEÇER?

GAZİOSMANPAŞA BELEDİYESİ, GENÇLERİ BESYO VE PMYO SINAVLARINA HAZIRLIYOR

“BENDE İSTERİM HA…”

BİLİM TEKNİK SOHBETLERİ FATİH KAFALI’YI AĞIRLADI

İNTİHAR GİRİŞİMİ BAŞARISIZ SONUÇLANDI

BAYRAMPAŞA BELEDİYESİNDE YÜKSEL MANSUR KILIÇ ZİYARETİ

BAYRAMPAŞA BELEDİYESİ’NDEN GERİ DÖNÜŞÜM EĞİTİMİ

BAŞKAN ABDURRAHMAN DURSUN GENÇLERLE BİR ARADA

BELEDİYEYE ZİYARETLER DEVAM EDİYOR

ESENLER SEMALARI TÜRK BAYRAKLI UÇURTMALARLA RENKLENDİ

İBB’DEN CUMHURİYET İÇME ARITMA SUYU TESİSİ PROJE TEMELİ

SULTANGAZİ BELEDİYESİNDEN İHTİYAÇ SAHİPLERİNE YEMEK

GENÇLER BESYO VE PMYO SINAVINA HAZIRLANIYOR

İBB İTFAİYE DAİRE BAŞKANLIĞINDAN ZİYARET

SABAH SAATLERİNDE YÜRÜYÜŞ YAPMAK DEPRESYONU ÖNLÜYOR

BAYRAMPAŞA BELEDİYESİNDE YOĞUN MESAİ

SARAYBOSNA BAŞKANINDAN BAYRAMPAŞA BELEDİYESİNE ZİYARET

BAYRAMPAŞA’DA BAŞKAN YARDIMCILARINA BAĞLI MÜDÜRLÜKLER

KAYMAKAM DR.SONER ŞENEL'DEN ZİYARET

İBRAHİM YILDIRIM

ÇAKIRCALI MEHMET EFE – II …

İbrahim Yıldırım Köşesi

15.07.2022 11:15:00

İstanbul

28.04.2024

  • İMSAK 04:21
  • GÜNEŞ 05:59
  • ÖĞLE 13:07
  • İKİNDİ 16:56
  • AKŞAM 20:04
  • YATSI 21:35
  • Pazar 14 ° / 11.8 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • Pazartesi 17.1 ° / 12.7 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • Salı 16.1 ° / 13.7 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı

LİG TABLOSU

Takım O G M B Av P
1.Galatasaray 34 30 1 3 59 93
2.Fenerbahçe 34 28 1 5 58 89
3.Trabzonspor 33 17 12 4 13 55
4.İstanbul Başakşehir 34 15 12 7 7 52
5.Beşiktaş 34 15 13 6 5 51
6.Kasımpaşa 34 14 13 7 -3 49
7.Sivasspor 34 12 10 12 -4 48
8.Rizespor 33 14 13 6 -6 48
9.Antalyaspor 33 11 10 12 0 45
10.Alanyaspor 33 11 10 12 -3 45
11.Adana Demirspor 34 9 11 14 2 41
12.Samsunspor 34 10 15 9 -7 39
13.Ankaragücü 33 8 12 13 -3 37
14.Kayserispor 33 10 13 10 -10 37
15.Konyaspor 34 8 14 12 -14 36
16.Gazişehir Gaziantep 33 9 17 7 -13 34
17.Fatih Karagümrük 33 8 16 9 -5 33
18.Hatayspor 34 7 15 12 -10 33
19.Pendikspor 33 7 17 9 -31 30
20.İstanbulspor 33 4 22 7 -35 16